24 Kasım 2008 Pazartesi

* VUSLATSIZ GECELER


Duy sevgili!..
O saatlerde nükseder gamlı hallerim
Kaybederim senden yana ne varsa
Kimi ağlar, kimi sızlar
Ve zamanı parçalayan gözlerim
Yorgun umutlarla geceye sızar
İmkanı yok tesellinin

Sen o kadranı bozuk saatlerde,
Vuslatsız aşıkların dilindeki şarkı.
Düşünce gecenin alnına,
Hasret perdeleri pencerelerde kat kat
Adını haykırsam göklere neye yarar
O garip,
O soğuk sızı iner yüreğime
Bir tutam hüzün dökülür sürmelerime
Yaslarıma, kederlerime
Büker boynunu saksıdaki menekşe

Hasret dokurum gecenin tezgahında
Düşünce hayalin gözlerimden
Bahar mı, hazan mı bilinmez
Bu yürek yaralanır hey yar
Dökülmez avuçlarıma ne ay ne yıldız
Yokluğun kadar
Sabah olmuş güneş doğmuş neye yarar
Sensizlik sürgünüm olur
Götürür beni sevda kıran rüzgarlar

Duy sevgili!..
Böyle kaç mevsim geçti
Kara yazgılı kaderin ellerinden
Mutluluk geç kaldı, ayrılık daha tez
Vuruldum kırk yerimden
Dağıldım böyle kaç kez
Seni aradım

Düşlerim gecenin tutsağında
Saatlerse hep sensizliği vurdu
Bir yanımda dilsiz kapım
Bir yanımda yorgun yatağım
Gözlerimdeyse o deli sevda
Ne gecelerde buldum seni, ne gündüzlerde.
An geldi sustum..
Zemheri vurgunu dudaklarımdaki
Hasret kurşunuyla kendimi vurdum
Yoksun...

Müsaade ÖZDEMİR

19 Kasım 2008 Çarşamba

* İLGİNÇ BİR ZEKA TESTİ


ELİNİZE BİR KAĞIT KALEM ALIP ASAĞIDAKİ SORULARIN TAMAMINI SADECE 3 DAKİKA İÇİNDE YANITLAMAYA CALIŞIN. VE HER SORUYU SADECE `BİR` KEZ OKUYUN.
BİTİRİNCE YANITLARINIZI KONTROL EDİN.
Haydi Kolay Gelsin...

1 - BAZI AYLAR 30, BAZILARI 31 ÇEKER; KAÇ AYDA 28 GÜN VARDIR?

2 - DOKTORUNUZ SİZE 3 HAP VERIR VE BUNLARI YARIMŞAR SAAT ARAYLA ALMANIZI TAVSİYE EDERSE, İLACLARIN TAMAMINI BİTİRMENİZ NE KADAR SÜRER?

3 - GECE SAAT SEKİZDE YATIYORUM VE YATARKEN GUGUKLU SAATİMİ SABAH DOKUZA KURUYORUM KAÇ SAAT UYUMUŞ OLURUM?

4 - 30`U YARIMA BÖLÜP 10 EKLEDINIZ, KAÇ ETTI?

5 - BİR ÇİFTCİNİN 17 KOYUNU VARDI. SÜRÜDE SALGIN HASTALIK OLDU, DOKUZU AĞIR HASTALANDI, DİĞERLERİ ÖLDÜ. ÇİFTCİNİN KAÇ KOYUNU VAR?

6 – ELİNİZDE SADECE BİR TEK KİBRİTİNİZ VAR, İÇERİSİNDE BİR GAZ LAMBASI, BİR GAZ SOBASI, VE BİRDE MUM BULUNAN KARANLIK VE SOĞUK BİR ODAYA GİRDİNİZ... ÖNCE HANGİSİNİ YAKARSINIZ?

7 - ADAMIN BİRİ DİKDÖRTGEN BİÇİMİNDE VE HER CEPHESİ GÜNEY MANZARALI BİR EV İNŞA EDİYOR. EVİ KOCAMAN BİR AYI ZİYARET EDERSE BU AYI SİZCE NE RENK OLUR?

8 - 3 ELMA VARDI İKİSİNİ ALDIM. KAÇ ELMAM VAR?

9 - MUSA GEMİSİNE HER HAYVANDAN KAÇAR ADET ALDI?

10 - CHİCAGO`DAN HAREKET EDEN 43 YOLCULU BİR OTOBÜS KULLANIYORSUNUZ. PİTTSBURGH`DA 7 YOLCU BİNİP, 5 YOLCU İNDİ. CLEVELAND`DA 8 YOLCU İNDİ, 6 YOLCU TUVALETE GİDİP GELDİ VE 4 YENİ YOLCU BİNDİ. 20 SAAT SONRA PHILADELPHIA`YA VARDIĞINIZDA ŞOFÖRÜN YAŞI KAÇ?

.

.

.

.
.

ŞİMDİ YANITLAR:
1. HEPSİNDE, TÜM AYLARDA 28 GÜN VARDIR.
2. BİR SAAT
3. GUGUKLU SAATLER GECE GÜNDÜZ AYRIMI YAPMADIĞI İÇİN 1 SAAT.
4. 70 EDER, YARIMA BÖLMEK 2 İLE ÇARPMAK DEMEKTİR.
5. 9 CANLI KOYUN
6. ÖNCE KİBRİTİ
7. AYI BEYAZ OLUR. EVİN HER CEPHESİ GÜNEYE BAKTIĞINA GÖRE BİNA KUZEY KUTBUNDADIR.
8. 2 ELMA
9. SIFIR, GEMİSİNE HAYVAN ALAN NUH İDİ.
10. ŞOFÖR SİZDİNİZ.

.
.

.

.
.

DEĞERLENDİRME:
10 DOĞRU : EİNSTEİN SEVİYESİ
9 DOĞRU : TOPLUMLA UYUŞAMAYAN PSİKOLOJİK BOZUK VAKA
8 DOĞRU : MUHENDİS
7 DOĞRU : UNİVERSİTE ÖĞRENCİSİ
6 DOĞRU : LİSE ÖĞRENCİSİ
5 DOĞRU : İLKOKUL ÖĞRENCİSİ
4 DOĞRU : İLKOKUL ÖĞRETMENİ
3 DOĞRU : LİSE ÖĞRETMENİ
2 DOĞRU : ÜNİVERSİTE PROFESÖRÜ
1 DOĞRU : VATANDAŞ
0 DOĞRU : MİLLETVEKİLİ

17 Kasım 2008 Pazartesi

* BİR FOTOĞRAF’A


Karşımdasın işte...
Bana bakmasan da ordasın, görüyorum seni.
Ah benim sevdasında bencil, yüreğinde sağlam sevdiğim
Kalbime gömdüm sözlerimi, ceset torbası oldu yüreğim..
Tıkandığım o an,
Elimi nereye koyacağımı şaşırdım o an işte,
Aklımdan o kadar çok şey geçti ki takip edemedim.
Ellerim boşlukta, ben darda kaldım.
Ellerim buz gibi ben harda kaldım..
Bir senfoni vardı kulağımda çalınan,

Bitti artık hepsi..

Köşeme çekildim, hani hep kaldığım köşeme..
Bakış açım belli oldu yine.

Geride kalan, ardından bakar gidenlerin
Bir meltem olacak rüzgarım dahi kalmadı benim
Dağlara çarptım her esişimde..
Yollara küfrettim her gidişinde...

Demiştim sana hatırlarsan;
"Önemli olan 'zamana bırakmak' değil,
'Zamanla bırakmamak'tır.."

Şimdi bana, geçen o zamanın
Unutulmaz sancısı kalır.

Gittiğim eğer bensem, söyle bana kimden gittim ?
Sende yoktum zaten ben, ben yine bende bittim..

Nazım Hikmet

14 Kasım 2008 Cuma

* DEĞER ( Bir Hint Masalı )


Eski bir Hint Masalı şöyle der;

Bir zamanlar çok büyük bir ressam varmış. Eserleri herkes tarafından beğenilirmiş. Ülkenin kralı bile onu Onur madalyası ile ödüllendirmiş. Ona Hintçe'de renklerin ustası anlamına gelen "Ranga Charya" adı verilmiş. Ama hayranları ona kısaca "Ranga Guruji" derlermiş. Ranga, yıllar içinde, alanındaki ustalığını kanıtlarcasına kendine özgün bir renk stili geliştirmiş. Çok çalışması, yorumu ve konuya kendini vermesi, kendinden sonra gelenlere örnek olmuş. Bir sanat okulu açmış ve orada öğrencilerine sanatın inceliklerini öğretmeye başlamış. Belli bir müfredatı ve süresi yokmuş okulun. Öğrencinin, yeteneğinden ve bilgisinden kendisi tatmin olduktan sonra, onu sanat dünyasına takdim etmesi okulun özelliğiymiş.

Kendince bir "Öğrenci Değerlendirme" yöntemi geliştirmişti. Bu da onun çalışma yöntemi gibi dünyada eşi olmayan bir yöntemdi. Bu okulda bir öğrenci olan Rajeev çok aceleciydi ve Allah vergisi bir yeteneğe sahipti. Ranga'nın aradığı özellikler doğrultusunda; diğer öğrencilerden çok daha hızlı bir başarı gösteriyodu. Ranga, ondaki bu gelişmeden çok memnundu. Çok övgü ve teşvik almaktan dolayı Rajeev merakla Ranja Guruji'nin onu artık bir ressam olarak ilan edeceği ve hayatinın bu şekilde devam etmeye başlayacağı günü bekliyordu. Bir gün, çok kibar bir şekilde Ranga Guruji'ye final uzmanlık sınavını ne zaman alacağını sordu. Ranga gülümsedi ve dedi ki:

"Rajeev, sen benim gelecek vaad eden öğrencilerimden birisin. Çok kısa sürede sanatın inceliklerini öğrendin. Sanırım şimdi final sınavının zamanı geldi."

"Sınav konumun ne olduğunu söyler misiniz? "

Rajeev mutluluğunu ve heyecanını saklamakta zorlanıyordu. Ranga "Rajeev, bir resim yapmanı istiyorum, bu senin en iyi resmin olmalı ve herkes hayran kalmalı. Şimdi acele etme ve hayatının şaheserini yap" dedi. Rajeev gece gündüz çalıştı; en güzel resmini yaptı ve Ranga Guruji'ye getirdi.

Ranga: "Şimdi bunu şehrin meydanında halkın beğenisine sun" dedi. "İnsanların senin eserini görmelerine izin ver. Resmin altına büyük ve koyu harflerle, bu resmin halkın değerlendirmesi için oraya konulduğunu ve resimdeki hataların, izleyenler tarafından resmin üzerine bir "X" çizerek belirtilmesini rica ettiğini yaz."

Rajeev Ranga'nın dediklerini yaptı. Resmi şehrin en merkezi yerine koydu. Birkaç gün sonra Ranga gidip onu getirmesini söyledi. Rajeev meydana giderken çok heyecanlıydı. Ancak oraya vardığında çok büyük bir hayal kırıklığına uğradı. Tüm resim baştan aşağı "X" işaretleriyle doluydu. Başarısızlığı böylece anlaşılmıştı. Büyük bir kalp kırıklığıyla resmi Guru'ya gösterdi. Ranga O'na asla umutsuzluğa kapılmamasını ve yeniden bir resim yapmasını tavsiye etti. Rajeev yeni bir sanat şaheseri daha yaptı. Ranga daha önce söylediği şeyleri tekrarladı. Ancak en son satırda değişiklik yaparak... Bu kez Rajeev'e resmin yanına boya ve fırça da koymasını söyledi. Resmin altına yazdığı mesajda izleyicilerin hataları bulması ve resmin yanında bulunan malzemeleri kullanarak düzeltmeleri istenmişti. Birkaç gün sonra Rajeev resmi almaya gittiğinde şaşırdı. Çünkü resmin üzerinde hiçbir isaret olmadığı gibi yanına konulmuş olan malzemelere de hiç dokunulmamıştı. Rajeev resmi Guru'suna sunarken çok mutlu olmuş ve kendine güven dolmuştu. Ranga yine gülümsedi ve "Rajeev bugün öğrenmiş olduğun bu dersle birlikte artık senin eğitimin tamamlandı" dedi. "Sevgili oğlum, eğer bu dalda mükemmellik ve yücelik istiyorsan sadece sanatta ustalaşmış olman yetmez. Ama insanların, eline fırsat verildiğinde hiçbir şey bilmedikleri bir konuda bile eleştirip, değerlendirme eğiliminde olduklarını da öğrenmen gerekir."

Eğer dünyayı seni yargılayacak kişi olarak kabul edersen hep hayal kırıklığına uğrarsın. İnsanlar hiçbir bilgisi ve ciddiyeti olmadan yargılamalarda bulunur ve birbirlerine fikirlerini söylerler. Senin ilk resmini "X" lerle doldurdular. Çünkü onları engelleyecek hiçbir risk yoktu. Ve çoğunun bu konuda hiçbir yeteneği ve bilgisi de yoktu. Ama onlara sunulan bu fırsatı memnuniyetle değerlendirdiler. Ama aynı insanlar, hataları bulup düzeltmeleri istendiğinde hiç biri bunu yapmadı. Çünkü bu kez onların bilgisi ve yeteneği risk altındaydı; bu konudaki eksikliklerini göstermekten çekindiler. Uzak durmayı tercih ettiler."

Ranga devam etti: "Böylece sevgili oğlum, senin azmin, senin yeteneklerin, senin bilgin, senin sanat alanındaki çabaların, senin çok çalışmanın ve içten uğraşılarının değerli bir ürünüdür. Bunu dünyaya bedava sunma. O zaman çalışman ilk resminin uğradığı sonuca uğrar. Kendinin yargıcı ol ve değerini kendin belirle ama bunu adalet ve eşitlik ilkeleriyle yap. Ve böyle davrandığında seni temin ederim ki asla ne kendin ne de eserinle hayal kırıklığına uğrarsın."

"Tanrı seni korusun! Oğlum."

Rajeev'in gözlerinde saygi ve neşe dolu yaşlar vardı. Kalbinin derinliklerinde, eğer bu son dersi almasaydı eğitiminin eksik kalmış olacağını hissediyordu.

7 Kasım 2008 Cuma

* YAŞA DA ÖYLE GİT


Boşver be yaşı başı!
Gönlün ne kadar şık sen ondan haber ver?..
Şöyle atıp koyu grileri-siyahları sabahtan,
Sarı bir kaşkol atabiliyor musun boynuna, ondan haber ver?..
Koyma bir kenara yüreğini, aç kapılarını,
Gelene geçene yol verme girsin diye içeri ama
Gömme başını toprağa bir çift güzel göz uğruna.
Bilirim yine yeşerecek bir çiçek bulursun bir dalda,
Ama kaybedecek kadar bir aşk varsa avuçlarında,
Bırak aksın yollarına.
Yağ geç, yık geç, kimse inanmazsa inanmasın,
Sen inan yüreğine,
Hem ona geçmezse kime geçer sözün?..
Büyü büyüü…
Bak ellerin ayakların kocaman,
Aklında maşallah yerinde,
Ee ne diye tutarsın yüreğini uçmasın diye
Akıllı ol, yüreğin gelir peşinden,
Boşver yaşı başı,
Aşk var mı aşk, sen ondan haber ver?

Takılmışsın yüzündeki gözündeki çizgilere.
O çizgilerin yüreğine neler kazıdığını düşün,
Atmak mı istiyorsun kendini bir dereye soğuk bir kış günü.
Öl gitsin…
Parayı pulu savurup ,
Bir balıkçı köyünde balık tutmak mıdır istediğin,
Savrul gitsin…
Boşver be yaşı başı,
Kim tutar seni, kim?
Kendi yüreğinden başka kim?
Aklını al da öyle git,
İster bir duvara, ister bir odaya, ister kıra bayıra vur da git.
Dert etme ellerini, onlar da gelir seninle bırakmadıkça birine.
O biri de gelir gerçekten istediğin oysa,
Seveceksen ve öleceksen uğruna…
Yaşa be, yaşa da öyle git, gireceksen toprağa…

Yaş yetmişe gelse bile, hayat daha bitmemiş,
Sen mi biteceksin?
Çekeceksen bile bayrağı,
Yaşadım ulan dibine kadar, diyemiyecek misin?

Can YÜCEL

19 Ekim 2008 Pazar

* ATATÜRK’ÜN MECLİS KONUŞMASINDAN


Ata’nın 6 Mart 1922 de Mecliste Yaptığı Konuşma

"... Hepiniz bilirsiniz ki, Avrupa’nın en önemli devletleri, Türkiye'nin zararıyla, Türkiye'nin gerilemesiyle ortaya çıkmışlardır. Bugün bütün dünyayı etkileyen, milletimizin hayatını ve ülkemizi tehdit altında bulunduran, en güçlü gelişmeler, Türkiye'nin zararıyla gerçekleşmiştir. Eğer güçlü bir Türkiye varlığını sürdürseydi, denebilir ki İngiltere’nin bugünkü siyaseti var olmayacaktı. Türkiye, Viyana'dan sonra Peşte ve Belgrat ta yenilmeseydi, Avusturya/Macaristan siyasetinin sözü edilmeyecekti. Fransa, İtalya, Almanya'da, aynı kaynaktan esinlenerek hayat ve siyasetlerini geliştirmişler ve güçlendirmişlerdir."

"... Bir şeyin zararıyla, bir şeyin yok olmasıyla yükselen şeyler, elbette, o şeylerden zarar görmüş olanı alçaltır. Gerçekten de Avrupa’nın bütünilerlemesine, yükselmesine ve uygarlaşmasına karşılık, Türkiye gerilemiş, düştükçe düşmüştür. Türkiye'yi yok etmeye girişenler, Türkiye'nin ortadan kaldırılmasında çıkar ve hayat görenler, zararlı olmaktan çıkmışlar,aralarında çıkarları paylaşarak, birleşmiş ve ittifak etmişlerdir. Ve bunun sonucu olarak, birçok zekalar, duygular, fikirler, Türkiye'nin yok edilmesinoktasında yoğunlastırılmıştır. Ve bu yoğunlaşma, yüzyıllar geçtikçe oluşan kuşaklarda, adeta tahrip edici bir gelenek biçimine dönüşmüştür. Ve bu geleneğin, Türkiye'nin hayatına ve varlığına aralıksız uygulanması sonucunda, nihayet Türkiye'yi ıslah etmek, Türkiye'yi uygarlaştırmak gibi birtakım bahanelerle, Türkiye'nin iç hayatına, iç yönetimine işlemiş vesızmışlardır. Böyle elverişli bir zemin hazırlamak güç ve kuvvetini elde etmişlerdir."

"...Oysa güç ve kuvvet, Türkiye'de ve Türkiye halkında olan gelişme cevherine, zehirli ve yakıcı bir sıvı katmıştır. Bunun etkisi altında kalarak, milletin en çok da, yöneticilerin zihinleri tamamen bozulmuştur. Artık durumu düzeltmek, hayat bulmak, insan olmak için, mutlaka Avrupa'dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa’nın emellerine uygun yürütmek, bütün dersleri Avrupa'dan almak gibi birtakım zihniyetler ortaya çıkmıştır. Oysa hangi istiklal vardır ki yabancıların nasihatlariyla, yabancıların planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir olay kaydetmemiştir. Tarihte, böyle bir olay yaratmaya kalkışanlar, zehirli sonuçlarla karşılaşmışlardır. İşte Türkiye de, bu yanlış zihniyetle sakat olan bazı yöneticiler yüzünden, her saat, her gün, her yüzyıl, biraz daha gerilemiş, daha çok düşmüştür''

"...Bu düşüş, bu alçalış, yalnız maddi şeylerde olsaydı, hiçbir önemi yoktu. Ne yazık ki Türkiye ve Türk halkı, ahlak bakımından da düşüyor. Durum incelenirse görülür ki, Türkiye Doğu 'Maneviyatı’yla sona eren bir yol üzerinde bulunuyordu. Doğu'yla Batı'nın birleştiği yerde bulunduğumuz, Batı ya yaklaştığımızı zannettiğimiz takdirde, asıl mayamız olan Doğu maneviyatından tamamıyla soyutlanıyoruz. Hiç şüphesizdir ki bu büyük memleketi, bu milleti, çöküntü ve yok olma çıkmazına itmekten başka, bir sonuç beklenemez bundan."

"... Bu düşüsün çıkış noktası korkuyla, aczle başlamıştır. Türkiye'nin, Türk halkının nasılsa başına geçmiş olan birtakım insanlar, galip düşmanlar karşısında, susmaya mahkummuş gibi, Türkiye'yi âtıl ve çekingen bir halde tutuyorlardı. Memleketin ve milletin çıkarlarının gerektiğini yapmakta korkak ve mütereddit idiler. Türkiye'de fikir adamları, adeta kendi kendilerine hakaret ediyorlardı. Diyorlardı ki 'Biz adam değiliz ve olamayız. Kendi kendimize adam olmamıza ihtimal yoktur'. Bizim canımızı, tarihimizi, varlığımızı bize düşman olan, düşman olduğundan hiç şüphe edilmeyen Avrupalılara, kayıtsız şartsız bırakmak istiyorlardı. 'Onlar bizi idare etsin' diyorlardı."
...Bilelim ki, ulusal benliğini bilmeyen uluslar, başka uluslara yem olurlar.


Atatürk’ün Meclis Konuşmasından
İş Bankası Kültür Yayınları
TBMM Gizli Celse Zabıtları (Cilt-3)

14 Ekim 2008 Salı

* DÜŞÜNCE JİMNASTİĞİ


Hepimizin kendimizi yalnız, kederli, hüzünlü, biraz umutsuz hissettiği sadece sakin, bildik bir limanda huzur aradığımız günler vardır. Böyle günlerimizde zihnimizdeki çağrışım yöntemini fark etmeden kullandığımız için gün içinde olumsuz düşünceleri üretmeye devam eder, neredeyse tüm zihni bu olumsuzluklarla doldurabiliriz. Düşünce zinciri kurarak, eskiye, geçmişe ve diğer incitilmiş olduğumuz anılara dönerek onları fark etmeden bugüne, şimdiye, şu ana çağırır ve bir anda odanın içinin bu düşüncelerle dolduğunu fark edemeyebiliriz ama yüreğimiz daralmaya ve sıkıntı şiddetle artmaya devam eder.
İşte her yanımızı saran bu üzgün düşüncelerden ve geçmişin acı dolu anılarına doğru uzattığımız düşünce zincirinden ancak düşünce jimnastiği ile kurtulmak mümkün olabilir. Düşünce jimnastiği de ne demek? Düşüncenin de jimnastiği olur mu diyebilirsiniz ama vardır.
Düşünce jimnastiği düşüncelere disiplin getirmek demektir
Düşünceleri başıboş kendi hallerine bırakırsanız; her yere, her yöne gidebilirler, biçim ve şekil alabilirler. Bir de bakarsınız; iş tamamen sizin kontrolünüzden çıkmış ve o düşünceler sizi esir almış. Düşünceler önde, siz arkada odanın içinde bir o yana bir yana koşturup duruyorsunuz... Artık geçmişin acıları, geleceğin endişeleri ile dolu olan o düşünce balonları sizi nereye sürerse oraya doğru yol alıp kendi limanınızdan uzaklaşmışsınz da hiç farkında bile değilsiniz!
Oysa düşünceleriniz sizi takip etmeli! Nasıl mı?
Şuurla, bilinçle. Düşünceleriniz sizin şuurunuzu ve bilincinizi yani o andaki gerçeklik noktanızı izlemeli ve sizin kontrolünüzde kalmalı.Şuur ve şuurlanma konusu önemli bir konudur. Bir konunun idrakine vardım demek öyle bir anda olacak iş değildir. Çünkü şuur; o an için içinde bulunmakta olduğumuz gerçeklik noktasıdır yani bizim gerçeklik noktamız… Düşüncelerimiz o an içinde bulunduğumuz gerçeklik noktası ile paralel olması evrensel enerjilerle akışımızı kolaylaştıracağı için önümüzde yeni fırsatların açılmasına neden olur ama biz şuurumuzu şu anın dışındaki yerlere konsantre eder ve bunda da ısrar edersek, yaşamımızda pek çok terslik ve zorlayıcı olay oluşmaya başlayabilir.
Düşünce jimnastiği şuuru takip edebilmek için iyi bir adım ve başlangıçtır ve disiplinli bir uygulamadır. Düşüncelerin disiplinli hale getirilebilmesidir. İlk adım düşünceyi yakalamak olmalıdır. İkinci adım ise tam olarak tanımlayabilmek. Ne tarzda bir düşünce olduğunu bulmak ve anlamak. Üçüncü adım ise onunla baş etmek ve çözümlemek. Yani öylece salınmasına izin vermek yerine onu çözümlemek için olumlu bir düşünsel eylemde bulunmak çok yararlıdır ve zihnimizde ardı ardına sıralanmak isteyen tüm olumsuz düşüncelerin de önünü keser.
Neden bu düşünceye sahip olduğunuzu anlamak,onun sizde ne işe yaradığını bulmak ve olumsuz-lüzumsuz olanlarını çözümlemek, işte uygulamanın özü bu birkaç cümlede saklı. Bu uygulama; eğer yapabiliyorsanız o düşünceyi sonlandırmak olarak da uygulanabilir. Ama eğer yapamıyorsanız onu daha olumlu bir modelle yer değiştirme çalışması yaparak da olumlu bir uygulama yapmış olursunuz. Yani önce düşünceyi yakalayın, sonra onu inceleyin ya sonlandırın ya da olumlusu ile yer değiştirin.
Bu uygulama elbette bir kerede başarılacak bir uygulama değildir, zaman alır ama bir işe başlamak onun bitirmenin yarısıdır. Uygulamaya geçtiğinizde düşünce jimnastiğinin disiplinli bir şekilde uygulamanın yararlarına sizde şahit olacaksınız, yeter ki niyet edin. Zaman içinde uygulamaya devam ettikçe elde ettiğiniz başarı sizi bile şaşırtacak bir noktaya bile gelebilir. Tüm bu uygulamalar insan içindir ve kelebek etkisi ile birgün bir yerlerde birileri başardığı için yaşama inme olasılığı bulmuşlardır. Unutmayın yaşamınız ona bakışınızla şekilleniyor. Ona bakışınız ise düşüncelerinizle hergün yeniden şekilleniyor, olumlu ya da olumsuz kalıplar ve formlar yaratmak ise bize bağlı.
Anafikir olarak denebilir ki, olumlu düşünce yaşamımızı olumlu yapacak olan tek şeydir. Şimdi uygulama yöntemlerini inceleyelim:
Düşünceleri Arındırmak ve Programlamak
Düşünceleri arındırmak ve programlayabilmek hepimizin ortak temel sorunu… İyi bir uygulamacı olmak ve zihni arındırmak için egodan gelen hiç susmayan dürtülerin ve şikayetlerinin etkisi altına giren düşünce dünyamızın kontrol altına alınması ön koşuldur ama bu ön koşulu yerine getirmek için önce zihnimizde yani düşünce dünyamızda olumsuzluklara yer verdiğimizi tespit etmemiz gerekir ki, onları ayıklama fırsatımız olabilsin ve daha gerçekçi olalım… Bu tip bir uygulama aynı zamanda da bir tür kendini bilme, kendini tanıma uygulamasıda sayılır aslında…
Gerçek ihtiyaçlar ve suni ihtiyaçlar konusunda mantıklı ayıklamalar yapabilmek için düşüncelerimizde istekleri azaltma disiplin programlarının, bizzat bizim tarafımızdan yapılması ve yine bizim tarafımızdan desteklenmesi gerekir. Bu disiplin ve denetlemeler sırasında bir eylemi dengelemek ve kontrol etmek biraz daha kolaydır ama konu düşünce ise, itiraf edelim ki, başlangıçta düşünceyi yakalamakta hepimiz zorlanabiliriz. Ama vazgeçmez, yılmaz, başaracağım derseniz; zaman içinde kendinizi buna programlarsanız bir bilgisayar programı gibi bu zararlı düşünceleri filtrelemeye başladığınızı görecek ve çok şaşıracak imkansız gibi görünen bir konuyu başardığınız için de çok sevineceksiniz.
Olumsuz Düşünceleri Filtrelemek
Bu filtreleme işlemi öyle bir hal alabilir ki, bir süre sonra otomatik halde o zararlı düşünce hemen size çarpar ve onu üretime başlar başlamaz fark ederek, yerine olumlu bir düşünce veya eylem koymanın yollarını arayabilirsiniz. Örneğin yerinizden kalkıp camı açabilir derin bir iki soluk alabilir, bir müzik çalabilir, sevdiğiniz bir iş arkadaşınızın yanına birkaç dakikalığına gidebilir, size iyi enerjiler veren yine sevdiğiniz bir arkadaşınızı veya yakınınızı arayıp, zihninizdeki olumsuz konuyu hemen değiştirebilirsiniz… Bu da bir programlama biçimidir çünkü bilinçlisiniz ve neyi neden yaptığınızı çok iyi biliyorsunuz, amacınız o an için sizi esareti altına almaya çalışan olumsuz düşünceyi olumlu düşünce haline çevirmek veya olumlusu ile yer değiştirmek…
Zihni Programlamak Mümkün mü?
Birinci aşamada önemli olan zihni olumsuz düşünceleri üretmemeye karşı programlamaktır. Olumsuz düşünceleri yakalamak üzere kendinizi programlamanızdan daha önemli ne olabilir ki? Örneğin çevrenizdeki insanları hiç durmadan eleştirmek konusunda bir alışkanlığınız varsa, bunu her yaptığınızda kendinizi yakalayıp hemen dikkatinizi başka ve olumlu bir yere yönlendirmeye çalışmak hiç de küçümsenecek bir çalışma değildir. Açıkçası egonuzu denetlemeye ve olumlu bir birey olmaya kesin kararlı olmanız halinde aşılamayacak engel yoktur. Hiçbir şey sanıldığı kadar da zor değildir. Yapmaya başladıktan sonra her şeyin bir kolaylığı olduğu, evrenin insana destek verdiği görülür yeter ki, olumsuz düşünceleri yakalamak isteyelim!
Bir süre sonra özel filtreleme içsel duyarlılığınızla istemediğiniz düşünceleri hemen yakaladığınızı farkedecek ve sorular sormaya başlayacaksınız hem de ardı ardına…
Birinci Aşama : Şimdi bunu neden düşünüyorum? Neden acaba herkesten üstün olmak istiyorum? Üstün olmak düşüncesi de nereden geliyor? Acaba bana bir faydası olacak mı? Yoksa kendimi herkesten aşağı gördüğüm için mi böyle davranıyorum? Gerçek anlamda kim kimden, nerede, ne zaman, hangi şartlarda üstündür? Kendimi niye bu düşüncenin esareti altına sokuyorum? Yaşamımı niye başka türlü yönlendiremiyorum? Niye hep bu takıntılar ile yaşıyorum gibi sorular çok faydalı sorulardır.
İkinci Aşama : İkinci aşama düşüncelerin kontrolünde eyleme dökülebilir uygulamalar yapmak için gereklidir ve tüm aşırılıklar içinazaltmalı programlar eylemlerimize katılabilir. Örneğin dinlerdeki çeşitli oruçlar, egonun hakimiyeti ve köreltilmesi için çok çok önemlidir. Meditasyon, yoga, konsantrasyon-nefes uygulamaları ve bu tip diğer uygulama versiyonları da doğru ve yararlı uygulamalardır. Bu tip uygulamalar kendi ile baş başa kalma ve Tanrı ile ya da siz isterseniz evren deyin evrenle bir yakınlaşma sağlar ve düşünce kontrolleri üzerinde otomatik bir etki yaratır. Örneğin aşırı iştahınızı denetlemek için yaptığınız bir uygulama aynı zamanda o konu üzerinde bilinçlenmeyi ve düşünce kontrolü kurmaya da neden olacaktır yani uygulama ile kontrol iç içe olursa daha kısa zamanda hedefe varılır ve istenmeyen pek çok durum olay ve olasılıktan kurtulunur. Düşünce ve ego kontrolleri bireyin kendi gerçek ve iç ihtiyaçlarının tespit edilebilmesi için önemlidir. Bunun benzeri tüm uygulamalar günlük yaşamda kullanılırlarsa yararlıdırlar. Bunlar sadece örnektir. Uygulama yapmak isteyenler için kendi inanç tercihleri hangi yolda ise o yolun icaplarına göre uygulamalar mutlaka vardır ve yararları sanıldığından çok daha fazladır.
Üçüncü Aşama : Üçüncü aşama ise istenmeyen düşünce akışları ile baş etmek ve o akışa neden olan olguyu, geçmiş yaşam anısını, kırgınlığı siz ona ne isim takarsanız takın önemli olan ayağımıza bağ olan, yürümenizi zorlaştıran o olayı veya o kişi ile olan bağı çözümlemektir. Belli bir olay nedeniyle oluşan olumsuz düşüncelerin öylece salınmasına izin vermek yerine onu çözümlemek için olumlu bir düşünsel ve fiziksel eylemde bulunmanın ilk yararı kendimizedir ama tek başımıza yaşamadığımız için uygulamalarla oluşturduğumuz düşünsel alanlardan etkilenecek pek çok insana da destek vermiş, onların da işini kolaylaştırmış oluruz…
Bu tip uygulamalar kendimize yeni bir yol haritası çizmek ve yaşamak yeni bir yön vermek anlamına da gelir. Uygulamayı tek başına başaramam diye düşünüyorsanız mutlaka destek almalı ve sırtınızdaki gereksiz yüklerden kurtulmalısınız, yaşam hepimiz için çok değerli ve kaybedecek zamanımız sandığımız kadar fazla değil…

6 Ekim 2008 Pazartesi

* SEVGİLİYE


Aynı bardaktan içmeyeceğiz artık,
Ne cini, ne de beyaz şarabı
Şafakta sarılamayacağız artık sevgilim..
İç içe eski, ağır iki gümüş kaşık gibi.
Akşam birlikte bakamayacağız
Sarnıç üstü terastan karşı dağlara
Sen Güneş’le soluyorsun, ben Ay’la
Aynı aşkı paylaşıyoruz oysa..

Senin yanında hep aynı adam; sadık, sevecen
Benim yanımda onca kadın; yalnızlık delen, kemiren
Oysa kara gözlerindeki korkuyu anlayan sadece ben
Mutsuzluğumun yarasısın çünkü sen.
Seyreltelim artık iyice karşılaşmalarımızı
Ancak böyle koruruz belki aramızdaki o yalın aşkı.

Dizelerimde yalnızca senin sessiz hayalin,
Şiirlerimde ise benim sesli nefesim var.
Ne korkunun ne de unutuşun dokunamayacağı
Bir orman ateşi bizimkisi.
Ne yalan söyleyeyim gözlerim dolu ağlıyorum şimdi
Ah, bilebilseydin nasıl da özledim öpüşünü,
Rengi, kuru gül rengi...

Mim Kaf Agayef

11 Eylül 2008 Perşembe

* SENSİZLİĞİN ARDINDAN


Bakışlarında hasret sezdim sigaramın,
Dumanı bile özledi sanırım...
Kim özlemedi ki?

Umut?
O'da terketti senden sonra
Şimdi nerelerde ne yapar bilemem?
Kabuğuna çekilmiştir belki o'da...
Her geçen gece yüzün daha az geliyor aklıma,
Unutuyorum sanırım simanı...

Unutur muyum bilemiyorum?
Beslemiyorum artık sensiz günlerimi hüzünlerimle
Koyverdim sessiz tik tiklara seni...
Zaman boş, sen dolu...
Şu an?
Sen değilsin ki aklımdaki
Senli günler sadece...

Bırakıyorum işte seni düşünmeyi
Birde sigarayı bıraksam...
Ama o'na da alıştırıyorum yavaş yavaş,
Bembeyaz dumanını salarken atmosfere
Daireler çizmiyor,
Süzülüyor sadace..
Yanaklarımda tuzlu bir yol bırakan,
Gözyaşlarım gibi...

Hayır hayır ağlamıyorum,
Yine sigara yaptı yapacağını, meret..
Dumanını saldı gözlerime...
Biliyorum, hatırlıyorum dediğini
Ağlayınca çirkin oluyorum
Ağlamıyorum seni dinliyorum...

Acayibim işte bildiğin gibi
Değişmedi melankolik hallerim
Acı mı beni seviyor, ben mi acıyı bilemiyorum
Kopamadık birbirimizden...
Yanlız değilim ki geceleri..
Her gece geliyorsun ya yanıma,
Bir buse bırakıyorsunya tenime
Sende unutkan olmuşsun biraz...

İyisin orada biliyorum
Bakıyorum arasıra sana,
Mis kokuyor yine havan
Ve sen kırpmıyorsun gözlerini bana bakarken...
Renklerden arındırdım kalbimi,
Sadece siyah beyazım artık..
Arada bir de grilerim var,
Sana yolladığım dualarım...

Eksiğim işte senden,
Biliyorsun ama..
Bir el sallayamazsın değil mi?
Neyse...
Seni de üzmek değildi amacım
Görüyorsun sensiz hallerimi
Ama benden duy istedim...

Rüveyda SALIK

8 Eylül 2008 Pazartesi

* MAHUR


O mahur bakışlı güzel kız var ya
Dün gece gözleri hicazdı canım
İnsanı ansızın bir haz sarar ya
Kokladım gül teni beyazdı canım

Buselik bakardı segah gülerdi
Segahta dururdu rastta gezerdi
Nevâ ya çıkardı işre binerdi
Hüseyni dilinde niyazdı canım

Gözünde tanburun teliyim derdi
Gökkubbede bir başka nağme çınlardı
Derdimi her akşam bir o dinlerdi
Yatsıyla yükselen avazdı canım

Bir sakin köşeydi bir kuytu zemin
Bir giriş gölgeydi dört yanı serin
Evinin önünden geçerken demin
Dilinde son şarkı şehnazdı canım

Bahçemde erikti meydanda çınar
Eylülde hazandı nisanda bahar
Dört koldan sararken etrafı kışlar
Mevsimler gözümde hep yazdı canım

Nereden gelmişti kimin nesiydi
Sevda bahsinin ilk bestesiydi
Dikensiz bahçenin gül destesiydi
Adını sormayın Gülnazdı canım

Hasrete yabancı aşka aşina
Rastlamaz kimseler asla eşine
Kırk yıllık sevdanın pişmiş aşına
Vakitsiz su katan yılmazdı canım

Bedirhan Gökçe

29 Ağustos 2008 Cuma

* MONA ROZA


Mona Roza siyah güller, ak güller
Geyvenin gülleri ve beyaz yatak
Kanadı kırık kuş merhamet ister
Ah, senin yüzünden kana batacak
Mona Roza siyah güller, ak güller

Ulur aya karşı kirli çakallar
Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa
Mona Roza, bugün bende bir hal var
Yağmur iğri iğri düşer toprağa
Ulur aya karşı kirli çakallar

Açma pencereni perdeleri çek
Mona Roza seni görmemeliyim
Bir bakışın ölmem için yetecek
Anla Mona Roza, ben bir deliyim
Açma pencereni perdeleri çek...

Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi
Bende çıkar güneş aydınlığa
Bir nişan yüzüğü, bir kapı sesi
Seni hatırlatıyor her zaman bana
Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi

Zambaklar en ıssız yerlerde açar
Ve vardır her vahşi çiçekte gurur
Bir mumun ardında bekleyen rüzgar
Işıksız ruhumu sallar da durur
Zambaklar en ıssız yerlerde açar

Ellerin, ellerin ve parmakların
Bir nar çiçeğini eziyor gibi
Ellerinden belli oluyor bir kadın
Denizin dibinde geziyor gibi
Ellerin, ellerin ve parmakların

Zaman ne de çabuk geçiyor Mona
Saat onikidir söndü lambalar
Uyu da turnalar girsin rüyana
Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar
Zaman ne de çabuk geçiyor Mona

Akşamları gelir incir kuşları
Konar bahçenin incirlerine
Kiminin rengi ak, kimisi sarı
Ahhh! beni vursalar bir kuş yerine
Akşamları gelir incir kuşları

Ki ben Mona Roza bulurum seni
İncir kuşlarının bakışlarında
Hayatla doldurur bu boş yelkeni
O masum bakışlar su kenarında
Ki ben Mona Roza bulurum seni

Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza
Henüz dinlemedin benden türküler
Benim aşkım sığmaz öyle her saza
En güzel şarkıyı bir kurşun söyler
Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza

Artık inan bana muhacir kızı
Dinle ve kabul et itirafımı
Bir soğuk, bir garip, bir mavi sızı
Alev alev sardı her tarafımı
Artık inan bana muhacir kızı

Yağmurlardan sonra büyürmüş başak
Meyvalar sabırla olgunlaşırmış
Bir gün gözlerimin ta içine bak
Anlarsın ölüler niçin yaşarmış
Yağmurlardan sonra büyürmüş başak

Altın bilezikler, o kokulu ten
Cevap versin bu kanlı kuş tüyüne
Bir tüy ki can verir bir gülümsesen
Bir tüy ki kapalı gece ve güne
Altın bilezikler, o kokulu ten

Mona Roza siyah güller, ak güller
Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak
Kanadı kırık kuş merhamet ister
Ahh! senin yüzünden kana batacak!
Mona Roza siyah güller, ak güller

Sezai KARAKOÇ

28 Ağustos 2008 Perşembe

* DOSTLARI OLMALI İNSANIN


Dostları olmalı insanın,
Aynen gemilerin limanları gibi
Zaman zaman uğradığın,
Yükünü boşalttığın
Dalgalar dininceye kadar beklediğin koynunda..

Sonra açık denizlere uğurlamalı seni,
Geri döneceğin günü bekleme umuduyla
Bazen rüzgara o açmalı yelkenini,
Yanağına konan bir öpücüğün coşkusuyla
Halatlarını çözmeli..
Seni çok ama çok özlemeli.

Dostları olmalı insanın,
Ermiş, bilge, hayatı ezbere okuyabilen
Düşünmediklerini düşündüren
Seni bir cambaz ipinde güvenle tutabilen
Gerektiginde senin için ateşi yutabilen
Yolunu ısıtan ustan olmalı,
Şekillendirmeyi öğretmeli hayatın çömleğini
Sana verebilmeli soğuk bir kış gününde
Üzerindeki tek gömleğini.

Oğuzkan Bölükbaşı

13 Ağustos 2008 Çarşamba

* ATATÜRK'ÜN HİÇ BİLİNMEYEN TELGRAFI

Suudilerin Hz. Muhammed'in mezarını yıkma girişimini Atatürk durdurmuş.
Peki bu tarihi olayın belgesi neden "Ortadan yok edildi"?

1926 yılında Suudilerin kendi sınırları içindeki tüm mezarlıkları yıkma kararı aldığını biliyor muydunuz ?

İşin en ilginç yanı ise Hz. Muhammed'in mezarının da Suudi sınırları içerisinde yer almasıydı...

Peki ne oldu da Hz. Muhammed'in mezarının "Tek taşına bile dokunamadılar" ?

Prof. Nevzat Yalçıntaş “Suudiler 1926 yılında sınırları içinde tüm mezarlıkları yıkıyorlardı. Atatürk sıranın Hazreti Muhammed’in kabrine geldiğini öğrenince bir telgraf çekerek, ‘Eğer bir tek taşına bile dokunursanız ordumu aşağı gönderirim’ demişti. Bunun üzerine Suudiler Hazreti Muhammed’in kabrine dokunamamıştı. Ama bu telgraf yok edildi” dedi.

----------------------------------------------------
İşte Can Ataklı'nın bugün köşesine taşıdığı ilginç ankedot...


Atatürk Olmasa Bugün Hazreti Muhammed’in Mezarı da Olmayacaktı
.
.
.
Pazartesi akşamı Avrasya Televizyonu’nda Lale Şıvgın’ın sunduğu “Beyin Fırtınası” programına katılmıştım biliyorsunuz. Programın diğer konukları Nevzat Yalçıntaş ile Erol Manisalı idi.
Nevzat Yalçıntaş program sırasında Atatürk’le ilgili küçük bir anekdota yer vererek “Suudiler 1926 yılında sınırları içinde tüm mezarlıkları yıkıyorlardı. Atatürk sıranın Hazreti Muhammed’in kabrine geldiğini öğrenince bir telgraf çekerek, ‘Eğer bir tek taşına bile dokunursanız ordumu aşağı gönderirim’ demişti. Bunun üzerine Suudiler Hazreti Muhammed’in kabrine dokunamamıştı. Ama bu telgraf yok edildi” dedi.
Programın ana konusu kapatma davası olduğu için bu konu fazla uzun sürmedi. Programdan sonra Lale Şıvgın, yayının yapıldığı Doğatepe tesislerinde bizlere birer çorba ikram etti. Bundan yararlanarak Yalçıntaş’a “Hocam programda anlattığınız olayın ayrıntılarını söyleyebilir misiniz?” diye sordum.
1981 yılında 12 Eylül askeri yönetimi Atatürk’ün 100. doğum yılı nedeniyle kapsamlı bir program hazırlamış. Prof. Yalçıntaş o dönemde İlim Kurulu’nun başına getirilmiş. Amaç Atatürk’le ilgili çeşitli kaynaklardan arşiv araştırması yapmak ve “bilinmeyen Atatürk’ü” ortaya çıkarmakmış.
Yalçıntaş, “Dışişlerinde Münir Bey vardı. (Soyadını hatırlayamadı) İyi bir araştırmacı ve arşivciydi. Ona Dışişleri Bakanlığı arşivlerinin araştırılması görevi verilmişti” diyerek anlatmaya başladı.
Sonra da sürdürdü: “Bir gün Münir Bey aradı. Çok ilginç bir belge bulduğunu, bunu getirip göstermesi gerektiğini söyledi. O sırada benim çalıştığım başbakanlık binası ile dışişleri binası aynı yerde. Hemen atlayıp geldi. Çok heyecanlıydı.”
Prof. Yalçıntaş, Münir Bey’in gösterdiği belgeye baktığında çok şaşırdığını belirterek şöyle devam etti: “Belge bir telgraf metniydi. Henüz yeni kurulan Suudi devletinin kralına gönderilmişti. Telgrafta ‘Hazreti Muhammed’in mezarının yıkılacağını derin üzüntü içinde öğrendim. Bu kutsal emanete asla dokunamazsınız. Bir tek taşının bile zarar gördüğünü duyarsam orduyu aşağıya gönderirim’ anlamına gelen cümleler vardı.”
Yalçıntaş, burada Hazreti Muhammed’in mezarı ile ilgili kısa bir detay anlattı. İngiliz işgali sırasında komutan olan Fahrettin Paşa’nın kabri terk etmemek için uzun süre direndiğini, aç kaldıklarını bu nedenle çekirge yiyerek beslendiklerini, sonunda İngilizler’in hiçbir şekilde dokunmamaları kaydıyla Hazreti Muhammed’in mezarını terk ettiklerini ancak kutsal emanetleri de yanlarına aldıklarını söyledi.
Şimdi gelelim belgenin bulunmasından sonraki gelişmelere, çünkü vahim ve ilginç olan bu: Nevzat Yalçıntaş’ın anlattığına göre Münir Bey belgeyi önce bir üst amirine götürüyor. Belge oradan daha yukarı taşınıyor. Sonunda müsteşara oradan da Bakan İlter Türkmen’e geliyor. Tabii Evren Başkanlığı’ndaki Milli Güvenlik Konseyi’nin de haberi oluyor.
Sorun şu: Bu belge ne yapılacak? Dönemin Atatürkçü komutanları ve onların emrindeki bürokrasi bu belgenin açıklanmasını istemiyor. Ancak belge de ortaya çıkmış bir kere. Sonunda o dönemde yazılan ve şimdi kitapçılarda tek nüshası bile kalmayan bir Atatürk kitabının içine, hiçbir anons yapılmadan konuyor.
Kısacası konu adeta kapatılıyor, sadece o tuğla gibi kalın kitabı sonuna kadar okuyanların dikkatini çekecek biçimde “zevahiri kurtarmak” adına konuyor.
Peki bu belge şimdi nerede? Kimin koruması altında? Bu da bilinmiyor. Bilinen tek şey, Atatürk’ün İslam aleminin peygamberi Hazreti Muhammed’in mezarının ortadan kaldırılmasını önlemesi herkesten saklanıyor.

* * *
Hazreti Muhammed Mescidi Nebevi’de yatıyor
Hazreti Muhammed 571 yılında doğdu 632 yılında vefat etti. Peygamberimiz Medine’de oturduğu evde toprağa verildi. Bu mezar bugün dünyanın en büyük camisi olan Mescidi Nebevi’nin içinde.
Mescidi Nebevi, Hazreti Muhammed’in Mekke’den Medine’ye göç etmesinden sonra ilk namaz kıldığı yer. Hazreti Muhammed, Medine’de oturduğu evin hemen yanına kentin ilk mescidini inşa ettirmişti. Bu mescit geçen yıllar içinde defalarca yenilendi. Bugün 600 bin kişinin aynı anda namaz kılabildiği Mescidi Nebevi’nin korumasını çok uzun yıllar Osmanlı askeri yapmıştı.
Arabistan’da mezar adeti yoktur. Ölüler herhangi bir yerde toprağa verilir, üzerine belirleyici bir şey konmaz. Bu nedenle sadece Hazreti Muhammed’in mezar yeri ile ilgili bilgi vardır. O’nun dışındaki İslam büyüklerinin mezarlarının yeri bilinmez. Bir süre önce Hazreti Muhammed’in annesine ait olduğu ileri sürülen bir mezar ortaya çıkarılmıştı.
Ancak Suudi yönetimi bu mezarı da ortadan kaldırmış ve yerine otopark yapmıştı.
Atatürk’ün müdahalesi olmasa Suudiler, Mescidi Nebevi’nin hemen dibindeki Hazreti Muhammed’in mezarını da tamamen ortadan kaldıracaktı. Nitekim Hazreti Muhammed’le aynı yere defnedildikleri bilinen Sahabe’nin önde gelen isimlerinin mezar yerleri bugün dümdüzdür.

* * *
Yaşar Nuri Öztürk : Ali Babacan araştırma izini vermedi.
Nevzat Yalçıntaş’la sohbetimiz sırasında “Bir gün Yaşar Nuri Öztürk Bey aradı. Benim bu anlattığımı duymuş, belgeye nasıl ulaşabileceğini sordu” dedi. Ben de “Belgeyi bulmuş mu?” diye sorunca “Onu bilemiyorum, ama galiba bir kitabına koymuş ben okuyamadım” dedi.
Bunun üzerine önceki gün Yaşar Nuri Öztürk’ü aradım. Öztürk, Yalçıntaş’ın anlattıklarını doğrulayarak, “Ancak bunu henüz bir kitabıma koymadım. Araştırmayı aşağı yukarı tamamladım, Gazi Mustafa Kemal ve İslam isimli çok kapsamlı bir kitap hazırlıyorum, bunun bitmesi üç yılı alır. Konu bu kitapta yer alacak” dedi.
Milletvekili olduğu sırada bu belgeye ulaşmak için çok çalıştığını söyleyen Öztürk, “Belge Dışişleri Bakanlığı arşivlerinde. Milletvekili sıfatımla bu arşivlerde çalışmak için bakan Ali Babacan’a başvurdum, ama bana izin vermedi” diye konuştu.
Öztürk’e “Peki hocam, böyle bir belgenin açıklanmasını neden istemiyorlar?” diye sordum. Öztürk’ün cevabı çok ilginç oldu.
Şöyle dedi: “Atatürk’ü din ve İslam dışı göstermek isteyenler elbette bu belgeden rahatsız olacaklardır. Bu nedenle dini siyasete alet edenler emperyalistlerle iş birliği bile yapabiliyor. Dincilerle İslamı reddedenler bu noktada birleşebiliyor.”
Vatan / Can ATAKLI
09.08.2008 tarihli Vatan Gazetesindeki köşe yazısından alınmıştır.

28 Temmuz 2008 Pazartesi

* İÇİMİZDEN BİRİ ATATÜRK – 2


Lider dedik, ATATÜRK’ün resimlerine bakıyorum hepsi asık suratlı hepsi ciddi. Lider olmak için böyle mi olmak gerekiyor, acaba ATATÜRK hiç mi gülmemiş, hiç mi espri yapmamış? Hadi gelin Antalya’ya gidelim.
Atatürk Antalya yolunda mola verir kulağına bir türkü gelir “Ya bu türküyü çok sevdim bulun getirin bu türküyü söyleyeni” der. Küçücük bir çoban gelir. Derki “Sesin çok güzel bana da bir türkü okurmusun”. Başlar çoban “demirciler demir döver tunç olur” diye. Bitince ATATÜRK dalmıştır “bis bis” der. Çoban böyle bakar. “Oğlum der bis” der “Çok beğendik tekrarla anlamına gelir”. Hiç nazlanmaz gene aynı türküyü okumaya başlar. ATATÜRK türkü bitince cebinden bir harçlık çıkarır uzatır. Çoban hemen alır harçlığı, kuşağına kor, elini uzatır ATATÜRK’e “bis bis” der. Bu espri ATATÜRK’ün çok hoşuna gittiği için çok ünlü bir sanatçımızın yetişmesi sağlanacaktır.

ATATÜRK’ün hayatta en hoşlanmadığı şey dalkavukluk, hele yemek masasında hiç hoşlanmıyor. Karşısındaki adam da ATATÜRK’e “sen Türklerin şahısın şususun bususun...”, feci dalkavuk. Yoğurt kasesi adamın önündeymiş diyorki Atatürk; “Şu yoğurt kasesini bana uzatır mısınız”. Adam yoğurt kasesi uzatacak, el insaf ayağa kalkıyor, önünü ilikliyor, tam yoğurt kasesini alacak parmakları içine giriyor. “Ah...” diyorlar “...adama taktı ATATÜRK, bir de zaten sinirlenmiş durumda, bir de çok titiz bu konuda, şimdi bir fırtına kopacak”. adam perişan, ah paşam vah paşam derken “Ya niye bu kadar üzüldünüz demin yoğurt yiyecektim şimdi cacık yemiş olurum”. Evet, bu espriyle 25 yılın sonunda ATATÜRK’ün müthiş espritüel olduğunu keşfettim ve yeni hazırladığım konferansımın konusu ne biliyormusunuz? “ESPİRİLERİYLE ATATÜRK”. Bugün onu hazırlıyorum, 6-7 ay sonra bitecek inşallah sizlerle buluşacağız. O konferansta çok güleceğiz ama inanın çok da düşüneceğiz.

Bir gazeteci de Atatürk’e sorar “size de diktatör diyorlar ne dersiniz”. Atatürk şöyle bir bakar, “Eğer ben diktatör olsaydım hanımefendi bu soruyu sorduktan sonra siz asla canlı kalamazdınız “ diyecektir. Peki diktatör mü Mustafa Kemal bakalım.

İzmir kurtuldu, çok tatlı bir yorgunluk, Ankara’ya hareket edecekler. Trene binerler kompartımana çekilirler. Ertesi gün kompartımanı çalar yaveri, açar yorgun, bitkin, kravatını yıkamaktadır Atatürk. Yaveri “ya paşam bu ne hal hiç uyumadınız herhalde niye böylesiniz” der.


“Ya çocuk kompartımanıma yastıkla battaniye koymayı unutmuşunuz. Kolumu yastık yaptım ağrıdı setremi yastık yaptım üşüdüm bende uyumadım kalktım” der. Yaveri; “aman paşam! Birimize haber vereydiniz hemen size bir yastıkla battaniye getirirdik” der. Ve bir ülke kurtarmaktan dönen komutan söylüyor bunları tarihi bir cevap derki “Geç farkettim hepiniz en az benim kadar yorgundunuz. Hiçbirinize kıyamadım. Önemli olan benim uyumam değil milletimin rahat uyuması”. Var mı böyle bir şey! Bu insana diktatör demeye kimin dili varabilir. Ayaklarının altına Yunan bayrağı serildiğinde bayrak bir ulusun onurudur diye basmayıp kaldırtan bir insanın kendi milletinin inancını çiğneyebileceğini düşünmek ancak onuru ve şerefi olmayan kişilerin işi olabilir diye düşünmeden de edemiyorum.

Bu arada içimizde çok değerli öğretim görevlilerimiz ve öğretmen arkadaşlarımız var. Onların için de çok özel bir anısını anlatacağım. İstanbul Üniversitesinin açılış töreni. Çok mütevazı bir salon, tahta iskemleler, ortaya ATATÜRK’ün oturması için kırmızı renkte süslü muhteşem bir koltuk konmuş. Profesörlerle birlikte geliyor, buyurun diyorlar. Bir koltuğa bakıyor dönüyor profesörlere, aynen şunları söylüyor; “Sizlerden öğrenecek o kadar çok şeyim olduğuna göre bu koltuk sadece sizlere layıktır” diyor. En kıdemli profesörü o koltuğa oturtuyor ve kendisi tahta iskemlede programı sonuna kadar izliyor. Evet yani kendince hak etmediği hiçbir koltuğa oturmayan bir Mustafa Kemal’i görüyoruz orada. Dünya lideri olmak sanıyorum bu evet .

Bu arada İstanbul ve Ankara illerinden birisine ATATÜRK adının verilmesi için bir kanun önergesi veriliyor meclise. ya İstanbul’a ATATÜRK diyorduk ya Ankara’ya. Bu önergeyi vereni hemen çağırıyor ve aynen şunları söylüyor ;“Bir ismin dillerde kalması için şehrin temellerine sığınmasına gerek yoktur. Bakın bu şehrin ismi İstanbul ama Fatih Sultan Mehmet’i hemen hatırlıyoruz. Eğer ben bir şey yapabildiysem bunu binaların tepelerine, şehrin temellerine ismimi yazarak değil milletimin kalbine yazarak anılmak isterim” diyecek, hiçbir yere adının verilmesini kabul etmeyecektir. Şimdi bakıyorum da hortumcunun soyguncunun hepsinin adı bitaraflarda şey gibi yazıyor merak ediyorum nasıl oluyor bu diye. Evet, galiba beni bıraktınız, ben 25 yıl kolay değil, beni bırakırsanız sabaha kadar buradayız. En iyisi son iki anı ama onu en iyi anlatan anılarla programıma son vermek istiyorum;

İşte ilki öğrenciler evet sizin için. Bir öğrenci anlatıyor, Mahmut SADİ. Şöyle anlatır Mahmut SADİ. “Yıl 1923. İstanbul Üniversitesinde öğrenci olduğum sıralar. Okul duvarında bir ilan görüyorum. Avrupa’ya talebe yollanacaktır. Allah Allah diyorum, ülke yıkık dökük yıl 1923 Avrupa’ya talebe! Lüks gibi gelen bir şey, ama bir şansımı denemek istedim. 150 kişi içerisinde 11 kişi seçilmişiz. Benim ismimin yanına ATATÜRK “Berlin Üniversitesine gitsin” diye yazmış. Zaman geldi. Sirkeci garındayım, ama kafam öyle karışık ki gitsem mi kalsam mı, orda beni unutur mu bunlar, para yollarlar mı, gurbet ellerde ne yaparım? Bir an gitmemeye karar verdim, döndüm. O sırada bir müvezzi ismimi çağırdı “Mahmut SADİ, Mahmut SADİ, bir telgrafın var” telgrafı açtım aynen şunlar yazıyordu ”sizleri birer kıvılcım olarak gönderiyorum alevler olarak geri dönmelisiniz”. Var mı böyle bir şey? 11 öğrencinin nerede, ne zaman, ne düşünebileceğini hesap edebilen bir lider dünya lideri olmasın da ne olsun. Yıl 1923, biz evimizde bir çocuğumuzun huyunu değiştiremiyoruz bir huyunu. Tüm ülkenin huyu değişiyor. Bunla uğraşan bir insan yolladığı 11 öğrenci nerede, ne zaman, ne düşünebileceğini hissedebiliyor. Mahmut Sadi devam ediyor “gel de şimdi gitme, git de orda çalışma, dönde bu ülke için canını verme” diyor.

Evet bu gün en büyük şikayeti ne Türkiye’nin? Beyin göçü. En iyi beyinlerimizi kapıp götürüyorlar ama o çocuklarımız arkalarına baka baka gidiyorlar. Peki diyeceksiniz ki engellemek o kadar mı zormuş? Ha o gün 11 öğrenciymiş, telgrafmış. Bu gün milyon öğrenci olsun, e-mail bilgisayar var. Yeterki şu iki cümleyi ifade edebilecek, onların sorumluluğunu alan bir liderleri olsun.

İşte son anım, Nehire NEHİR hanımefendiden; şöyle anlatır “O zamanlar kadınların sanatçı kimliğini yeni yeni kazandığı dönemler. Benim tiyatroda çömezlik dönemim. Muhsin ERTUĞRUL Darül Bedai’ye baş yönetmen olarak atanmış. Çok titiz bir insan. Provadan oyuna her şey saat titizliği ile işliyor, perde bir saniye bile geç açılmıyordu. Provaya geç kalan oyuncu derhal oyundan uzaklaştırılıyordu. Eee tahmin edersiniz ki bu durumda Muhsin Ertuğrul’unda düşmanı çoktu. Bir gece Dolmabahçe’den ATATÜRK’ün Şehir Tiyatrolarına geleceği haber verildi. Ben de karşılamak için hazırdım. Fakat Paşa gecikti. Muhsin Ertuğrul kendisini beklemeden perdeyi saniyesi saniyesine açıp oyunu başlattı. ATATÜRK 4 dakika geç kalmıştı. Etraftaki dalkavuklar ATATÜRK geldiğinde Muhsin ERTUĞRUL’un onu beklemeden perdeyi açtığını ellerini ovuştura ovuştura anlattılar ATATÜRK “Yaaa öyle mi Muhsin Ertuğrul’la Görüşürüz” dedi. Herkes Muhsin ERTUĞRUL’un işinin bittiğine inanıyor, ben müdür olacağım sen müdür olacaksın kavgaları bile başlamıştı. ATATÜRK piyesin bitiminde Muhsin ERTUĞRUL’u ayakta karşıladı. Deminkileri de yanına çağırarak aynen şunları söyledi. “Sizi tebrik ederim işinizle ilgili ciddiyetiniz ülkenin gelişimini cidiye aldığınızı gösterir biz geç kaldık siz vazifenizi yaptınız eğer bir tek benim için perdeyi açmayıp oyunu başlatmasaydınız bu dalkavukluktan ileri gitmez ve beni çok üzerdi ben herkesin her sahada işini bu kadar ciddiye almasını istiyorum ülke ancak böyle ilerler efendiler “ demez mi. Etraftakilerin suratları görülmeye değerdi o sırada”. Ama işte liderlik diyorum. Şimdi bir an günümüze geliyorum, hadi bakalım baba iseniz başlatın programı gelmeden. Mümkün mü! Ondan sonra artık beğenin haritadan bir yer, evet ki bu insan bir ülkenin en büyük lideri değil asrın lideri olan bir insan bunu yapıyor.

Evet ATATÜRK ve onunla el ele verenler sayesinde üç tarafımız deniz, yerin üstünü anlatayım mı? Lütfen pazara gidelim. Yabancı ülkelere gittim. Portakalı taneyle jelatinlere sarıyorlar, kıymetli madde, karpuzu dilimle yiyorlar, biz kelek çıktı mı atıyoruz, bir tane daha açıyoruz var mı böyle bir nimet. Lütfen pazara gidelim, yeşilin her tonu; geçen bir yabancı konuğum var; pazardan geçmek zorunda kaldık dedi ki bana “Türklerin özel bir günü herhalde bu gün”. “Neden” dedim? Eee baktı kadın naylon torba naylon torba yok öyle bir dava, böyle bir nimet nerde, hangi ülkede. Bir tane salatalık, bir tane domates, biz kilolarla. Ve bana ne dedi biliyor musunuz? “Yahu ülkeme dönünce ne isteyeceğim biliyor musun”. “Ne” dedim. “Türkiye’yi isterim de isterim diye tutturacağım” dedi. Bir espriydi ama bir gerçek payı da olduğu su götürmez.

Peki yerin altına geçelim. Krom, brom , toryum, bor. Tamam güzel ama petrolün zekasına hayranım. Neden mi? Burda çıkıyor, burda çıkıyor, burda çıkıyor ama Türkiye’nin sınırını ezberletmişler petrole, bir kilometre girmiyor içeri. Var mı böyle bir petrol, yani altımız petrol dolu aslında. Hadi petrolü de geçelim, uzaydan çekilen fotoğraflara göre bugün petrolden bir derece zengin maden var, uranyum. Bu gün dünyadaki, Türkiye’de değil dünyadaki eni iyi uranyum rezervi bizim Karadeniz dağlarında arzı endam ediyormuş. Hoş o bize bakıyor biz ona bakıyoruz ama Türkiye’nin dış borcunun 19 katı değerinde olduğu tespit edilmiş uzaydan çekilen fotoğraflara göre.

Yabancı ülkelere gittiğimde ufacık bir tarihi vesika buluyorlar, üç kere etrafını çeviriyorlar, birde bol para ödüyorsunuz, böööyle bakıyorsunuz. 15 ayrı medeniyeti barındıran 10000 yıllık bir tarih var altımızda.
Romanya devlet bütçesinin üçte birini nasıl kalkındırıyor? Suni termal tesis yapmış adamlar düşünebiliyor musunuz suni. Erzurum’a gittim kaynıyor, Kozaklıya gittim kaynıyor, Bursa’ya gittim kaynıyor, İzmir kaynıyor. Sadece bizim sıcak su kaplıcamız. Hakikisi var çünkü elimizde.

Geçen gün Isparta Süleyman Demirel üniversitesi beni davet etti rektörlük, oraya gittim. Beni Davraz diye bir kayak merkezine götürdüler. Kayak merkezinde kayakla kayıyordu herkes Davraz’ta. Birbuçuk saat sonra, Antalya Akdeniz üniversitesinde vereceğim konferans için Antalya’ya indim. Millet denizde yüzüyordu. Var mı böyle bir ülke söyleyin bana. Birbuçuk saatlik mesafede. Bursa, Uludağ’a gidiyorsunuz kayak kayıyorlar, 20 dakikada Mudanya’ya gidiyorsunuz denize giriyorlar. Hakikaten yok böyle bir ülke. Dünya yuvarlağını çevirin hepsinin bir araya geldiği bir ülke söyleyin bana, ben bulamadım. Ya güneşi var ya karı var ya denizi var ya dağı var birinden biri mutlaka.
Peki bu kadar özel ve güzel bir ülke bizim elimizdeyken başımız dertten kurtulur mu? Asla. Düşmanımız dünden daha az değil, dünden daha çok. Bütün ülkelerin gözü bizim ülkemizde. Nasıl olmasın ki! Galiba bir tek bizim gözümüz yok şu ülkede.

Bu gün bunun için parçalama ve bölme girişimlerini yüz yıllardır uyguluyorlar. Bir ara siyasi girdiler, sağ-sol diye böldüler, kapışın dediler, yutmadık. Daha sonra etnik böldüler, kürt-Türk dediler, kapışın dediler, yutmadık. Dinimizi kullandılar, kapanan-kapanmayan, laik olan–olmayan, ATATÜRK’çü olan–olmayan diye dörde beşe, tarikatlara bölünün dediler ki kolay alalım, yutmadık. Ekonomiyi kullandılar, zengin-fakir alan-alamayan dediler, gene olmadı. Yani tazı eski tazıydı, habire çulunu değiştirdiler. Oyunun kuralı buydu ama biz bu oyuna hiç gelmedik gelmeye de asla niyetimiz yok.

Yeni ATATÜRK’ler yetişiyor ve gelmekte. İşte bugün bizi kuvvetlendikçe budanan, diğer türlü olduğu sürece de sulanan bir ağaç misali görmek gafletinde olan yada başka bir deyişle ayağa kalkmayacak kadar destekle ama yere düşmeyecek kadar köstekle politikası uygulamaya çalışan tüm ülkelere, iç ve dış düşmanlarımıza karşı en güzel cevabı ne zaman vereceğiz biliyor musunuz? Onu anmayı bırakıp anlamaya başladığımız zaman. Onu yakamızda taşıdığımız kadar fikir ve eylemlerimizde de taşıyabildiğimiz zaman. Onu özlediğimiz kadar özümsediğimiz zaman. Onunla yarışan ama onu aşmış yeni Mustafa Kemalleri yetiştirebildiğimiz zaman vereceğimiz inancıyla. sizlerden Nakiye Hanım, Kara Fatma, Mustafa Kemal gösterdiğin hedefe henüz ulaşamamış olmaktan dolayı özür diliyor ve bu hedefe ulaşana dek sakın bizi affetmeyin diyor ve bir şiirle programıma son veriyorum.

Atatürk'de et artı kemik, artı kandı,
İnsanüstü değildi yani Atatürk,
Atatürk'de herkes gibi kusurları olan,
Küçük büyük ve çirkinde olabilirdi,
Ama güzeldi Atatürk
Yorgunluk kahvesini bir su başında yudumlamayı,
Serhat türkülerini, Alaturkayı, mesela Safiye Aylayı,
Yemeklerden fasulye pilakisini seven,
Miri kelam bir İstanbul efendisi.
Aşık ve şair, mahcup ve ürkek,
Ama Karadenizli değil, Karadeniz kadar canlı
Adanalı değil ama Adanalı kadar sıcak kanlı,
Ve bir Aydınlı kadar oturaklı ve zeybek.
Velhasıl bizim mayamızdan
Bizim kumaşımızdandı Mustafa Kemal.
İnsan üstü değildi Atatürk,
Tam insandı.

Prof.İlknur GÜNTÜRKÜN KALIPÇI
Araştırmacı Yazar
(Bir Konferansından)

ZİYARETÇİ DEFTERİNE SİZDE BİRŞEYLER YAZMAK İSTER MİSİNİZ ?
Image Hosted by ImageShack.us