30 Nisan 2008 Çarşamba

* ORADA BİR YER


Orda bir dağ var uzakta
O dağ bizim dağımızdır..
.....

En sevdiğim şarkıdır
Beni alır hüzünlere bırakır
Doruklarına çıkmadığım dağlar
Dağların heybeti kadar umutlarım gelir aklıma.

Orda bir köy var uzakta
O köy bizim köyümüzdür..
.....
En sevdiğim türküdür
Beni alır dingin bir saflığa götürür.
O temiz Anadolu köylerinin temiz yürekli
İnsanlarına kavuşturur mısralarında.

Orda bir ev var uzakta
O ev bizim evimizdir..
.....
En sevdiğim ezgidir
Düşlerimin;
Küçük pembe panjurlu evleri
Dizilir peşim sıra.


Orda bir bir yol var uzakta
O yol bizim yolumuzdur..
.....
En sevdiğim şiirdir
Beni alır tam ortasına düşürür
Yolu sevgide kesişen
Tüm şiir dostlarının engin duygularına.

Ayşe KESKİN

29 Nisan 2008 Salı

* GİTTİN


Gittin.. camlar kırıldı
Gökyüzünde çarmıha gerildi yıldızlar
Sözcükler mahzundu.
Bu yük çok ağır hayatın kollarında
Ve çok küçük anlarda
Saklı, yenik, ezik ve kırgın
Nasıl taşınır bu yük
Ağır ve kötü bir ur
Her gün tıkarken hayatın atardamarını
Sensiz, nasıl bulunur izi kaybolmuş bir yol.
Gittin.. bu şehir şimdi
Terkedilmiş bir köy, harabe
Bir mumun son alevinde.
Dağınık yataklara benzeyen odalarda
Ölüm kokuyor ajanslar, açlık, çığlık, cinnet
İz düşümü bir deli gözün
Ki o tutmuş ucundan, küfre dönük her sözün
Zaman, dönüp dolaşıp
Aynı yerde biriktiriyorken kirli kanını
Sensiz, ışığı firar geceler nasıl biter
Gittin.. yabanıl bir hasret takvimlerde
Yaralı gözlerin düşer yollarıma
Alır basarım dudaklarıma
Ne zaman ölümü düşünsem
Ellerin ateş olup düşüyor ellerime
Sesim bir yenilgiden dönüyor
Saçımın her telinde
Yanlış bir işgal
Ve gözlerimde sızı
Sensiz, depremlerde dünya
Nasıl döner.
Gittin.. bütün asmalar bağ bozumunda şimdi
Tek bir gül diktim toprağa
Gülü boyuyoruz çocuklarla
Sen giderken de yanıyordu yıldızlar
Bir bardak çay avuçlarımızda
Bölüşüyorduk cinneti, dağlanırken
Göz pınarlarımızdaki yaş
Bu yük çok ağır kollarımda.
Yüzümü camlara dayıyorum
Yüzüm yitiyor, yüzümü bulamıyorum
Sensiz, nasıl çıkılır hayatın çukurundan
Gittin.. Ankara yağmur şimdi
Kil rengi bir ay, gözlerinden ışıdı
Gecenin bütün tonları ağladı.
Kitaplarıma da yasak koydum artık
İçli bir rapsodi gibi hayat, anlatmayın
Suskuya inat bir eylem yapacağım
Yenilgilerini diyorum, yaşanmışlığın
Kızılay meydanında yakacağım
Çoğalacağım.. çoğalacağım.. çoğalacağım
Tabansız bir dünyayı yok ederken
Sensiz, bu zafer nasıl kutsanır.
Gittin.. ıssız duvarları okşadım usulca
Bir kuş geçti içimden bozkıra
Kefilim şimdi gecenin bütün suçlarına
Biz haritalara gökkuşağı çizerdik
Maskelerdik buz kesmiş her bir sabahı
Kırağılar çiçeklenirdi dağ başlarında
Renklerinden hasret armağandı, analara
Ki o çocuklar;
Ömürsüz hayata dönük yüreklerin deseniydi
Gülüşlerini öper
Arındırırdık onlarla gövdelerimizi
Sensiz, nasıl takılır saçlarım bulutlara
Gittin.. biliyorum dönüşünden tanıyacağım
Yaşanmamış düşler benim yanılgım olsun
Çığlık, deprem, cinnet biraz durun
Ah çarpan bir yüreğin, gezgin acıları
Usta alıcı, toy satıcı
Koşturuyor şimdi atını kavuşmalara
Bıçağın ucunda bilenirken hayat
Dedindi; hezaren çiçeğini tanır mısın?
Güzelliğinde zehir yazgılı
Her güzellik bedeliyle mi gelir?
Ödenir aşkın da bedeli...
Gittiğinde.. sesini sakladım, gözlerimden aktı.

Selma Ağabeyoğlu

28 Nisan 2008 Pazartesi

* TELEFONDAKİ SEN


Bundan daha güzel müjde mi olur?
Merhaba.. diyorsun telefonda sen
Sen ki konuşursun derdim mi kalır?
Nasılsın.. diyorsun telefonda sen.

Bu gece misketi çaldırmaz mıyım,
Başkenti ayağa kaldırmaz mıyım,
Sesini duyup da çıldırmaz mıyım!
Delisin.. diyorsun telefonda sen.

Sağlığını düşün herşeyden önce
Kendine iyi bak, içme her gece
Seni Seviyorum hem de delice!
Bilesin.. diyorsun telefonda sen.

Mutluluk ne kadar kolaymış meğer
Sevginin kadrini bilseydik eğer
Kim ne derse desin çekmeye değer
Çilesin.. diyorsun telefonda sen.

Çoktan terk ederdim, bu şehri çoktan
Arar diye caydım her yolculuktan
Dostlar ne âlemde, çoluk çocuktan
Ne haber... diyorsun telefonda sen.

Sabrımı yenmese hasret nöbetim
Arayıp sormaya yoktu niyetim
O anda hapşırdın, çok yaşa dedim
Beraber.. diyorsun telefonda sen.

Albümde görünce aklıma esti,
Berbere uğradım dün akşam üstü
Resmime bakarak saçımı kesti
Severdin.. diyorsun telefonda sen.

Sevgi bu, insanı böyle inceltir
Aklın ermediği yere yöneltir.
Sen de; şiirlerinde böyle yüceltir
Överdin.. diyorsun telefonda sen.

Biraz da fedakâr olsaydın keşke
Ne verdin destanlar yazdığın aşka?
Ömründen üç gece, hepsi bu, başka?
Ne verdin.. diyorsun telefonda sen.

Hem içme diyorsun, içme de çıldır!
Hem de kalk şu anda bir kadeh doldur
Hadi sağlığına, şerefe kaldır
Çınçınlat.. diyorsun telefonda sen.

Bu yıl kurak geçti, bahar da yaz da
Erik de olmadı, dut da, kiraz da,
Neler söylüyorum, lütfen biraz da
Sen anlat.. diyorsun telefonda sen.

Ne söylersen söyle, sen ne dersen de!
Anlat düşmanımı düşte görsen de!
Bir sigara yaksam izin versen de;
Devam et.. diyorsun telefonda sen.

Seni dinlemekten güzel şey mi var?
Çölde şırıl şırıl akan su kadar,
Yeter konuştuğum benden bu kadar
Merhamet.. diyorsun telefonda sen.

Gelirsem görünme kendini gizle,
Seni yağmalarım, yerim bu hızla!
Yerin kulağı var, açılma fazla
Orda kal.. diyorsun telefonda sen.

Canım ne istiyor şu anda bilsen?
Ah mümkün olsa da bulup da gelsen
Kendi ellerinde incecik dilsen
Portakal.. diyorsun telefonda sen.

Afedersin bazen sapıtıyorum
Böyle saçma sapan lâf ediyorum,
Kapı çalınıyor, kapatıyorum,
Hoşça kal... diyorsun telefonda sen.

Cemal SAFİ

25 Nisan 2008 Cuma

* MÜPTELA


Sen de,
Sen de Ay'ın sürgünde olduğu gecelerde
Ellerini, sevdiceğin ellerine bırakır gibi,
Rüzgar olup savurur gibi
Umudun közlerini
Ruhunu bedenin hapsinden azad edip
Gönüllü tutsak eder misin
Bir yıldıza gözlerini...

Sen de,
Sen de başını, yüreğini alıp
Yenik düşmek pahasına dalgalara
Tüketmek pahasına candan - kandan,
Dost ağlayıp, düşman gülerken arkandan
Kafa tutup okyanus denilen
O acımasız suya
Gitmek dilermisin
O meçhul ada'ya...

Sen de,
Sen de direnebilir misin
Yüreğindeki kalabalıkla ıssızlığın yalnızlığına..
Aşka tövbe edip,
Yıldızlara sevdalanarak tövbeni bozar mısın..
Sevdanın cezbine kapılıp
O ada'nın kumsallarına
Dalgaların utanıp silemeyeceği
Şiirler yazar mısın...

Ve sen,
Ve sen, kanatlanan yüreğimin aşiyanı.
Bir sabah karşına çıksam
Yüzünü yıkadığın sahilinde.
Beni, sen eylemişliğimle yorgun
Vuslata ermişliğimle zinde.
Bölsem yüreğimi herbir kum tanesine
Şiirlerimi meze etsem,
Rakı sunsam gül yaprağı kadehte,
Yokmuşumcasına gelip - geçer misin..
Ya da...
Geceye yıldızları serpercesine
Yüreğini yüreğime katıp,

Benimle içer misin...

(Yazarı Bilinmiyor)

24 Nisan 2008 Perşembe

* MAVİ MAVİ SEVDİM SENİ


Bir tek şeyi unutma!
Seni sevdim ben.
Kalbim şimdi bir sokak çocuğu
Kelebekleri göç etti gönlümün
Issızlaştı hayat sanki
Sanki, sabahı eksik şiirlerimin.
Sanki, gecesi hep kanayan bir yara
Ve sanki, artık hep kanayacak...
Ağlanacak bir aşkın kıyısına vurduysa gözlerim
Çare yok, ağlayacak.
Bir tek şeyi unutma!
Seni sevdim ben.
Kapıları kendime ben açamadım
Ya da yanlış saatlerde bekledim gelmeni
Düşünüyorum da sen gideli ne çok yalnızım..
Sarmaşık aşkın sarısında kaldım, sarılamadım.
Savunamadım seni kimselere
Kimselere anlatamadım seni
Kimsesiz kaldım,
En çok da sensiz...
Bir tek şeyi unutma!
Seni sevdim ben..
Sana uyumak,
Sana uyanmaktı hayat.
Sıratını geçtim yaşarken korkmadan
Korkumu geçtim cesaretle, ihanetle
Berduş bir yalan masumiyeti öptüm bile bile
Tek sen gitme diye
Sonbahar oldum yaprak yaprak
Ağaç oldum köklerimi unutarak
Tesellisiz bir geceye fırlatıldım
Kalbimi dar kafese kapatarak
İçimdeki bir kanarya
Hiç susmadan ağlayacak
Bir tek şeyi unutma!
Seni sevdim ben.
Yakamozlarında yıkadım sevdamı çırılçıplak
Seni sevdiğimi bağırdım mehtabına
Beyazında akladım bulutunun
Mavi mavi sevdim seni içim kan ağlayarak
Bir tek şeyi unutma!
Seni sevdim ben.
Anlattıkça kış vuruyor satırlarıma
Anlattıkça üşüyor, anlattıkça ısınıyor yüreğim.
Bugün sardunyalarım da açmadı
Belki de küskün renklere
Ellerimde günah gibi yaşayamadıklarım
Sensiz soluyorum anlayacağın
Mavi mavi ölüyorum
Duyuyor musun, orada mısın,
Var mısın, yok musun?
Bir tek şeyi unutma!
Seni sevdim ben.
Yanarak, yıkılarak
Aklıma her geldiğinde ağlayarak...

Naşide GÖKTÜRK

22 Nisan 2008 Salı

* O BELDE


Denizlerden esen
Bu ince hava saçlarınla eğlensin.
Bilsen;
Hasret ve gurbet üzüntüsüyle akşam ufkuna bakan
Bu gözlerinle, bu hüznünle sen ne güzelsin!

Ne sen,

Ne ben,
Ne güzelliğinde toplanan bu akşam,
Ne de fikrin acılarına bir liman olan
Bu mavi deniz
Hüznü anlamayan bu nesle aşina değiliz.

Sana yalnız bir ince taze kadın,
Bana yalnızca eski bir budala diyen
Bugünkü insanlık.
Bu sefil iştiha, bu kirli bakış
Bulamaz sende, bende bir mana
Ne bu akşamda ince bir kaygı,
Ne de durgun denizde kırgın bir bekleyiş
Ve umarsızca bir titreyiş.

Sen ve ben

Ve deniz
Ve bu akşam ki; hareketsiz, sessiz
Ruhunun kokusunu topluyor sanki.
Uzak,

Ve mavi gölgeli bir yerden ayrı kalarak
Bu sürgün ve ayrılığa

Sonsuza dek bu yerde mahkumuz.

O belde?
Hayalin el değmemiş bölgelerinde durur.
Mavi bir akşam,
Daima üstünde dinlenir.
Eteklerinde deniz,
Ruhlara bir uyku sessizliği döker.
Orada kadınlar güzel, ince, saf ve gecemsidir.
Hepsinin gözlerinde hüznün var,
Hepsi kız kardeş ya da sevgilidir;
Gönülde acıları dindirmesini bilirler.
Dildeki ızdırabın suskunluğu ise,
Ya dudaklarındaki ağlamaklı öpücükler,
Ya da gözlerindeki soruların mavi sessizliğidir.

Onların ruhu, kızgın akşamdan bile
Yoğun olan menekşelerdir ki;
Devamlı sakinliği ve sessizliği ararlar.
Ayın hüznünün ışıksız şulesi
Sığınmıştır sanki ellerine.
O kadar güçsüzdürler ki;
Onların sessiz ve ortak hüzünleri
Sonra dalgın akşam, o hasta deniz
Hepsi benzer o yerde birbirine..

O belde,
Hangi hayali kıtada?
Hangi uzak nehirle sınırlı?
Bir yalan yer midir
Yoksa gerçekten var olan
Fakat, bulunmayacak bir hülya sığınağı mı?
Bilemem…
Yalnız bildiğim;
Sen, ben ve mavi deniz..
Ve hüznümün tellerini titreten bu akşam...
Uzak ve mavi gölgeli bir yerden ayrı kalarak,
Bu yerde, bu sürgün ve hasrete
Ebediyen mahkûmuz…

Ahmet Haşim

21 Nisan 2008 Pazartesi

* SEN HİÇ EYLÜL’DE SEVDİN Mİ?


Bir sabah,
Zamanı durdurdun sen...
Ayrılığı ekledin sonbahara
Mevsimin bütün bulutları,
Gözlerimde birikti de
Ben yağamadım bakışlarına...

Söyle!
Hangi güneş
Baharı getirecek şimdi bana?
Kadehimiz ayrılağa kalkmadı ki hiç
Ben nasıl içebilirim yokluğuna...

Belki,
Zamansızdı sevgim
En az gidişin kadar!
Elde değil bu.
Sen hiç eylülde sevip de
Vakitsiz hüzünlere beyaz bayrak salladın mı?
Bilemezsin sevdiğim..
Nasıl da koyuyor adama, güzün geri kalanı...

Doğduğum gündeyim şimdi.
Yoksun...
Bir başıma içip,
Kağıda gidişini karaladım...
Hazanda sevmek, akıl kârı değilmiş sevgili!
Anladım...

Okan SAVCI

19 Nisan 2008 Cumartesi

* ADAGİO - ANDANTE - ALLEGRO


I.
Yaşamın vişne rengi dudakları vardır sevgilim,
Öpüşün kadar sıcak ve tatlı
Özgürlük türküleri de söylenir bu dudaklarla,
Sevda türküleri de
Vişne rengi dudakları vardır sevdanın
Gülümser, dudakların gibi titrek ve dokunaklı
Okyanus olur sarar dünyayı
Ölümün vişne rengi dudakları kimi kez
Dudaklarınca içten ve inançlı
Ölüm asude bahar ülkesi değildir o zaman
Ölüm; yiğit ve sevecen bir yaşamın
Mutlu günlere sunulmasıdır
Canlı bir gül gibi somut
Ayrılık yoktur artık zaman içinden
Yaşamın ve sevdanın, ölümün kimi kez de
Öpüşün kadar sıcak ve tatlı,
Vişne rengi dudakları vardır sevgilim...

II.
Birgün başımızda sevda rüzgarları eserse
Deli deli, yıldırımlar düşerse yüreğimize
Hızlanır kan dolaşımı
Babil' in asma bahçeleri değildir artık,
Dünyanın bilmem kaçıncı harikası
"Karanlığın bahçesinde açan gülümüzdür."
Hüzün dolarsa içine bir gece yarısı
Çevir gözlerini güneşin doğacağı yere
" Çek bir soluk rüzgarından sevdamızın,”
" Kapı" yı, " duvar" ı,
"Kara kara gelen ölüm" ü düşünme
Çevir gözlerini güneşin doğacağı yere

III.
Birgün başımızda sevda rüzgarları eserse
Deli deli, yıldırımlar düşerse yüreğimize
"Al bir yudum pınarından özgürlüğün,
Rüzgarından sevdamızın çek bir soluk"
Yaşamın vişne rengi dudakları vardır sevgilim,
Öpüşün kadar sıcak ve tatlı
"Seni benden ne bu duvar ayıracak, ne bu kapı
Seni, ne bu kara kara gelen ölüm"
Çünkü ölüm;
Yiğit ve sevecen bir yaşamın
Umutlu günlere sunulmasıdır.
Canlı bir gül gibi, somut
Ölümün vişne rengidir dudakları kimi kez
Gülümser dudakların gibi, titrek ve dokunaklı
Bu gece;
Ne bir yıldız ne ay var
Hüzün dolarsa bu gece yarısı içine
"Çek bir soluk rüzgarından sevdamızın"
Çevir gözlerini güneşin doğacağı yere...

A.Kadir BİLGİN

14 Nisan 2008 Pazartesi

* HANÇERİN SAPI


Haksızlık etme
Diyorum kendime;
Onurlandırıldın da,
Kınandın da sen.
Kendini kül dolu
Bir küpe gömdün.
Tersyüz ettin
Sevgini eskidikçe.

Güzel günler yaşadın.
Çiçeklerin oldu,
Bir evin örneğin;
Güneş gören,
Dağlara dönük balkonu.
İşte bu yüzden
Ağlarım ben
Kestaneler çatlarken.

Sabahın buğusu
Gözlerimi yaşartıyor,
Boynuma dolanıyor
Akşam zinciri.
Dağlardır beni avutan.
Söyleyin bana
Gözünüzü kırpmadan;
Sizce dönek midir zaman?

Eşkıyalar dağları
Anlayamazlar.
Çünkü suçtur onları
Dağlara çıkartan.
Darasıdır suç oysa
Yaşadığımız dünyanın.
Dağlar sizi
Pekmez ile kararım.

Öyle yaralıyım ki;
Ölmem ben artık.
Ölmem ya kanarım,
Kanarım seve seve.
Haksızlık etmem
Suya ekmeğe
Hiç bir anahtar
Dönmese de kilidimde.

Bekliyorum kaç zamandır;
Uykusuzum, sabırsızım.
Başımı acıtıyor
Geceleri yastığım.
Dilim kurumuş
Bir su yatağı,
Katı sözcüklerle
Dolu tozlu ağzım.

Bakıyorum eski
Fotoğraflara.
Hafız Burhan dinliyorum
Taş plaklardan.
Bir pencere çarpıyor
Viran yüreğimde,
Sıvalar dökülüyor
Pervazından.

Dörtnal giden
Ürkek bir attan
Düşüyorum de sanki,
Takılı kalıyor
Ayağım üzengiye.
Sürükleniyorum
Sırtüstü
Çalılar, dikenler içinde.

Mevsim kışa dönüyor,
Hızar sesleri geliyor
Dört bir yandan.
Odun taşıyor
Yorgun kamyonlar.
Kuşlar da gitti.
Çiçekler gelecek bahara
Tohum saçıyor.

Ey benim umudumu
Bölük bölük
Eden hızarlar,
Bu yıl da
Kalıcıyım burada
Verilmiş sözüm var.
Bensiz yapamaz
Lapa olur pirinç, kar.

Elimden tutmuş
Sevecen gençliğim,
Buzdan bir yolda
Düşe kalka
Yürümeyi öğretiyor
Yeniden bana.
Geçmiş deyince
Sen geliyorsun aklıma.

Sahi sen yaşadın mı;
Var mıydın acaba?
Yaşadık mı seninle
Aynı zaman parçasında?
Ama ellerin aklımda.
İri gözlerin,
Sıcaklığın geceler boyu
Ve aklığın aklımda.

Senin ağzın tarçın kokardı,
Benimki karanfil.
Birbirine karışırdı
Soluklarımız.
Tek başınayız şimdi ikimiz.
Bende karanfil,
Sende tarçın kokusu
Yapayalnız, kimsesiz.

Ben seni yalansız
Bahar gibi sevdim.
Sevgi adınaydı
Milis beraberliğimiz.
Sabahtan akşama
Günü tarar örerdik
Ve kedileri
İkimizde çok severdik.

İkimiz de yıldız düşkünü;
Bakmaya doyamazdık
Gökyüzüne.
Koynunda terli ferman
Bir atlı geçerdi
Samanyolundan,
Kimsenin göremediği
Kibrit çakımı bir an.

Hiç unutmam;
Adına sikke bastırırdı
Aşk o zaman.
Yani ay doğardı
Tepelerin ardından.
Güzel günlerimiz oldu,
Gecelerimiz
İpek ve kılabtan.

Omzunda uzun saplı
Eğri tırpan
Ot biçmeye gidiyor
Avurtları çökük
Bir gölge adam.
Karalar giyinmiş,
Ölüm simgesi gibi
Geçiyor sokaktan.

Kulaklarım uğulduyor,
Yapılar eğiliyor,
Çinko damlar
Daraltıyor gökyüzünü
Alaca bir bulut
Geliyor üstüme
Yuvarlana yuvarlana
Kurşundan bir köpekle.

Haksızlık etme
Diyorum kendime.
Kılavuzun oldu rüzgar,
Su gibi dostun.
Eğer dumanlıysa
Kavruk dağlar;
Bil ki gülün ahı,
Hançerin sapı var.

Ey benim umudumu
Bölük bölük
Eden hızarlar,
Oluklu hançer,
Güle narh koyanlar;
Şahmaranın başı için
Payınıza düşen ne?
Bir gün sorarlar.

Metin ALTIOK

10 Nisan 2008 Perşembe

* KELEBEK KANADINDA AŞK


Zamanlar,
Güneş ekilip, yıldız biçilen zamanlardı.
Hatırlıyorum...

Ya önce sen vardın yürek olarak içimde,
Ya da aşk vardı önce.
Gelip içimde kestiğin
Hatırlamıyorum...

Ben imkansıza dudak bükerdim
Sense halime gülerdin..
Olsun!
O günlerde ben
Biraz mutlu, biraz umutlu
Biraz içliydim
Doğrusu en çok da
Kelebeklerin kanadına işlediğin
Aşkından dertliydim...

Ama o zamanlar,
Güneş ekilip yıldız biçilen
Zamanlardı.
Aşk dediğin belki de;
Geceye veda etmeyen bir ay’dı...

Türküler saklardın derinlerinde
Sazından kaçak..
Bilmezdin.
Ben görürdüm duyardım da
Sen bir kez olsun söylemezdin
Korkularını zaten
Kimselere vermezdin...
Ve böylece
Sen yağmura,
Yağmur benim gözlerime hasret
Yaşardık...

Heyhat!
Hep ama hep
O imkansıza takıldın da sen
Ve belki de bu yüzden
Aşk gelip bizi sarsınca yüreklerimizden;
Ben ağlardım gözlerim gülerdi..
Sen gülerdin gözlerin susardı...

Şimdi ben,
O zamanların renklerini unuttum.
Belki mavi, belki sarı, belki aktı..
Hatırladığım tek şey
Güneşle yıldız arkadaştı...

Bilenler bilirdi
Çok sevmiştik biz

Çok!
Ben gönlümden,
Sen dilinden...

Ben unutsam da şimdi
Sen hatırlarsın.
Sesinde ufacık bir hüzün olsa,
Ya da acıtan bir özlem gözlerinde
Bembeyaz gecelerinde gelirdim sana bu şehrin.
Gelirdim..
Gönlümden...
Ve sen
“Hoş geldin" derdin
Dilinden....
Kocaman bir çocuktum o zamanlar
Belli!
Dil nedir, gönül ne?
Anlamını bildiğim,
Şüpheli!

Şimdi söyle bana!
Kaldıysa geriye ne kaldı?
Tek tarafı hesaplı bir sevda,
Niyeti bozuk bir dava,
Bir de..
Sadece dağlara caka satan bir sema...

Ama ben bunların hepsini sevdim.
Şaşacak bir şey yok!
Dedim ya..
Ben,
Güneş ekilip, yıldız biçilen zamanlardan geldim...

Sonraları..
Belki de hiç gülmedim
Ve sen...
Kelebeklerin ömrünün üç gün olduğunu,
Hiç bilmedin!

Esra GÜZELİPEK

9 Nisan 2008 Çarşamba

* GÜL KOKUYORSUN


Sanki hiçbir şey uyaramaz
İçimizdeki sessizliği
Ne söz, ne kelime, ne hiçbir şey
Gözleri getirin, gözleri..
Başka değil, anlaşıyoruz böylece
Yaprağın, daha bir yaprağa değdiği
O kadar yakın, o kadar uysal
Elleri getirin, elleri..
Diyorum; bir şeye karşı koymaktır günümüzde aşk
Birleşip, salıverelim iki tek gölgeyi.
Gül kokuyorsun..
Bir de amansız, acımasız kokuyorsun
Gittikçe daha keskin kokuyorsun, daha yoğun
Dayanılmaz birşey oluyorsun, biliyorsun..
Hırçın hırçın, pembe pembe
Öfkeli öfkeli gül
Gül kokuyorsun, nefes nefese.
Gül kokuyorsun, amansız kokuyorsun
Ve acı ve yiğit ve nasıl gerekiyorsa öyle
Sen koktukça düşümde görüyorum onu
Düşümde, yani her yerde
Yüzü sararmış, titriyor dudakları
Şakakları ter içinde
Tam alnının altında masmavi iki ateş,
İki su,
İki deniz bazen
Bazen, iki damla yaz yağmuru
Mermerini emerek daglarının
Şiirler söylüyor gene
Ölümünden bu yana yazdığı şiirler
Kızarak birtakım şiirlere
Büyük sular, büyük gemileri sever çünkü
Ve odur ki büyüklük
Şiir insanin içinden,
Dopdolu bir hayat gibi geçerse
O zaman, ölünce de şiirler yazar insan
Ölünce de yazdıklarını okutur elbet
Ve senin böyle, amansız gül koktuğun gibi
Yaşamanın herbir yerinde.
Gül kokuyorsun, amansız kokuyorsun
Bu koku dünyayı tutacak nerdeyse
Gül, gül..! diye bağıracak çocuklar
Bütün herkes, hep bir ağızdan;
"Güülllll..!"
Ve herşeyin üstüne, bir gül işlenecek
Saçların, alınların, göğüslerin üstüne.
Yüreklerin üstüne.
Bembeyaz kemiklerin,
Mezarsız ölülerin üstüne.
Kurumuş gözyaşlarının,
Titreyen kirpiklerin üstüne.
Kenetlenmiş çenelerin,
Ağarmış dudakların,
Unutulmuş çığlıkların üstüne.
Kederlerin, yasların, sevinçlerin
Ve herşeyin üstüne, bir gül işlenecek.
Bir rüzgar, bir fırtına gibi esecek gül
Yıllarca esecek belki
Ve ansızın, dünyamızı göreceğiz bir sabah
Göreceğiz ki...
Biz dünyamızı, gerçekten görmemişiz daha
Geceyi, gündüzü, yıldızları
Görmemişiz hiç.
Tanışmaya komamışlar bizi, güzelim dünyamızla.
Öyleyse dostlar... bırakın bu yalnızlıkları
Bu umutsuzlukları bırakın,
Güller, güller, güller dolusu
Nasıl gül kokacağız birlikte
Amansız, acımasız kokacağız
Dayanılmaz kokacağız, nefes nefese.

Edip CANSEVER

8 Nisan 2008 Salı

* ANTİKA ARABALAR

Morris Bullnose Vintage

Ford Vintage

Ford 1929 Model

Dodge Vintage

FN-2400 1911 Model

Pontiac 1938 Model

Mercury Pickup

Mercury American Blue

Mercury American Beauty

Ford Wagon

Ford Vintage Brown

Ford Vintage

Ford Thunderbird

Dodge Vintage

Citroen Classic Hot Rod

Buick 1929 Model

Buick Vintage

Austin Cambridge

Chevrolet

Classic Being Made

5 Nisan 2008 Cumartesi

* ÖZELEŞTRİ


Gül derlemeyi bilmez bizim çocukluğumuz
Türkülerde dinlediği kadarıyla tanıdı pembeyi.
Adam gibi sevmeyi,
Sevdiği için ölmeyi duyduysa,
Birkaç masaldan
Hepsi o...
Bastığımız kaldırım taşı
Dipsiz bir karanlıktı
Slogan gibi çıkardı postallarımızın gıcırtısı
Sevdalanmak ayıptı
Vakit yoktu anasını satayım
Öyle bellemiştik
Yüreğimizden inanmasak da,
Bütün kızlar bizim bacımızdı
Hesap soracaktık vurguncudan, tefeciden
İntikam alacaktık işbirlikçiden
Kim ne derse desin
Değişecekti bu düzen
Bu uğurda girmediysen kavgaya
Adam sayılmazdın
Ne mahallende, ne okulda
Aç kalmak, en kalitesizini içmek cigaranın
Racondandı
Arta kalan yaşamın,
Burjuva özentisi..
Yumruklaşmış ellerimizde
Tırnaklarımız avcumuzu parçalarken
“Güneş’i zaptedeceğiz,
Güneşin zaptı yakın” derken
Kollarımız ne kadar gergin,
Yüreğimiz ne kadar büyüktü..
Sonra biz büyüdük
Büyüdükçe,
Yüreğimizi küçülttük
“Yaşamın farkına varın” dediler
Bizim yerimize düşünenler
Öyle uygun gördüler
Acemi olduğumuzdan
Bu kirli dünyada
Kimimiz yitip gittik
Çarpık sevdalarda
Para kazanmanın, erdeminden söz eder olduk
Kaybettiğimize inandığımız zamanı,
Yakalamak için olsa gerek
Emekle terleyeceğini düşündüğümüz ellerimize
Tutuşturulan
Yeşil yada kırmızı kağıtlarla yetindik.
Ve anladık ki sevgilim,
Biz birbirimizi hiç sevmedik.
Ortasını çoktan geçtik şimdi ömrün
Bir parça şiir, bir parça türkü
Nasırlaşmış yüreklerimizi açabilecek mi ki?
Belki yanlıştı
Belki göremiyorduk olamazı
Ama doğru olan birşey vardı
Sonuna kadar insandı yüreğimiz
Zulme direnecek kadar delikanlı,
Bastığımız yeri titretecek kadar kararlı
Ve kendimiz dışında herkese insaflı
Hangimiz özlemiyoruz şimdi, o yoksul kaldırımları
Olmadı...
Olmadı biliyorumda
Bu intikam bizi, çoktan aşmadı mı?
İşte yeniden başladık,
Üstelik savaştıklarımızı tanıdık
Şimdi ayrı gibi dursak da,
Ayrı ayrı yollarda
Biliyorum dostlar
Gönlümüz, hala aynı kulvarda...

Tayfun TALİPOĞLU

3 Nisan 2008 Perşembe

* FIKRALAR

HANGİSİ DAHA APTAL?

Temel ve Dursun iki ayrı kuruluşta Genel Müdürdürler. Bir yerde oturup dertleşirken Temel odacısından şikayet eder:
- Ula benim odacı o kadar aptaldur ki sorma gitsin. Bıktım aptalluğundan, iyi uşak ama bir o kadar da aptal işte.

Dursun içini çekerek:
- Mudürüm, seninki benumkinin yanında çok akulludur. Bende bir odacı var, beni de çıldırtiy.

- Ula seninki benumki kadar aptal olamaz. Benim odacıyı bir gör, sen de anlarsın. Gel istersen deneyelum, pakalum hangisi daha aptal.

Denemeye karar verirler.

Temel zile basar, odacısı gelir:
- Puyur mudürüm!

Temel odacısına:
- Al şu 100 lirayi, bağa bir Mercedes al getur!

Odacı:
- Başustüne mudürüm, der çıkar.

Bu sefer de Dursun odacisini çağırır:
- Uşağum hele bir git pak pakayum ben evde miyum?

- Başustüne mudürüm, der ve o da çıkar.

Kapıda iki odacı karşılaşır.
Biri öbürüne:
- Ula nereye gideysun, diye sorar.

- Sorma dayioğli, pizum Genel Mudür çok aptaldir da... Bana diy ki al şu 100 lirayi Mercedes al. Ula bugün pazar butün dükkanlar kapali. Ben arabayi nerden alacağum.

Diğer odacı ağlamaklı olarak:
- Sen halüne şükret! Penum mudür seninkinden daha aptaldur. Bağa diyki, git pak pakalum ben evde miyum?
- Ula önünde telefon, aç da sor daa...

1 Nisan 2008 Salı

* VARSAYIM


Her gidişinde gitmemiş sayarım seni,
Uzaklardan henüz döndün sayarım.
Avunurum; kendimi kandırdığım yalanlarla,
Baktığım her yüzde seni gördüm sayarım.

Saksıdaki çiçekte varsayarım seni
Açmaya görsün bir dal bir çiçek
Oynaşır denizlerim ılık meltemlerinle
Seni döndün, bana güldün sayarım.

Zamanları öğüten saatte buluşuruz
Sen akrep olursun, ben bir yelkovan
Her saatte bir çakışınca iki kol,
Beni dudağımdan öptün sayarım.

Okuduğum şiirlerde bulurum seni,
Her dizeyi senin sözün sayarım.
Ne zaman ki, kapatırsın kalbinin kapısını
İşte o an seni “öldün” sayarım.

Kamuran ESEN

ZİYARETÇİ DEFTERİNE SİZDE BİRŞEYLER YAZMAK İSTER MİSİNİZ ?
Image Hosted by ImageShack.us